"Bana geleceksin dedi yani sana? Sen bizim Mark Lee'ye bak. Aşık olmuş bu sana ben diyeyim."
"Saçmalama Hendery." Karşımda bana kaş göz yapan Hendery'e göz devirdim. "Her şeyi anlattığıma pişman etme beni."
"Tamam ya bir şey demedim." Ellerini teslim oluyormuş gibi kaldırdıktan sonra oturduğu yerde biraz daha yayıldı. "Xiaojun'la konuşabildin mi peki?"
Hendery benim çocukluk arkadaşım sayılırdı. Seul'e geldiğimden beri ara sıra görüşürdük. Buradaki en ünlü barlardan biri olan WuKong'un sahibiydi ve hayatınızda içebileceğiniz en iyi kokteylleri o yapardı. Kendisi de büyücü olduğu için WuKong, büyücüler ve kurt adamların uğrak noktası olmayı açılışından çok kısa bir süre sonra başarmıştı.
WuKong sayesinde herkesi tanıyor ve bir sürü şey de öğreniyordu. Bu yüzden Marklar hakkında konuşmak için soluğu onun yanında almıştım.
"Xioajun'a ulaşmak baş büyücüye ulaşmaktan daha zor. Sanki burnu ne kadar havada biri olduğunu bilmiyorsun." Önüme koyduğu kokteylden bir yudum alıp yüzümü buruşturdum. "Ne koydun sen bunun içine ya?"
"Yeni tarifim ama viskisi biraz fazla oldu galiba kendim emin olamamıştım denek olarak kullanacak başka kimse de yoktu." Hendery'e bir kez daha göz devirdim. Bunu hep yapıyordu. Hatta bir keresinde bana denettiği şey yüzünden gözlerim şişmişti. Kokteyllerini övmüştüm ama kimse de o önlerine gelen güzel içeceklerin hangi aşamalardan geçtiğini bilmiyordu. Ben biliyordum maalesef. Hendery'nin arkadaşı olmanın bazı kötü tarafları da vardı işte.
"Dejun o kadar da burnu havada değil ayrıca." Kaşlarımı kaldırıp ona baktığımda dudağını ısırdı. Bu yüz ifadesinin anlamını biliyordum. "Bugün milyon kez arayan sensen telefonlarını benim yüzümden reddetti."
Size demiştim bu yüz ifadesinin anlamını biliyorum diye.
"Koskoca baş büyücünün sağ kolunu mu ayarttın?!" Hendery'nin WuKong'daki diğer müşterilerin konuştuklarımızı duymaması için yaptığı büyüye güvenerek bağırdım. "İnanamıyorum sana. Ne ara denk geldin de..." Yüzümü ellerimin arasına alıp iç çektim.
"Ayrıca bugün izin günüydü. Ben olmasam da ulaşamazdın muhtemelen." Benimkinden farklı renkte olan içkisini yudumladıktan sonra sırıttı. "Neyse, Markları konuşmaya devam edelim."
"Değiştir bakalım konuyu. Salak var sanki karşında. Dejun ve seni konuşmak için özel olarak geleceğim ama bir gün unutma."
"Gelirsin canım gelirsin. Şimdi neyi merak ediyorsun onu söyle sen bana. Dedikodu olsun diye anlatmadın bana her şeyi. Ciğerini biliyorum ben senin."
"Aslında özellikle sormak istediğim bir şey yok. Genel ne biliyorsan anlat işte çünkü ben Kun hyungun Mark'a ,bana bile söylemeden, Dejun'un gördüklerinden bahsetmesine mantıklı bir açıklama bulamıyorum. Aklım çok karışık."
Bugün Kun hyungla da toplantısı olduğu için görüşememiştim. Yani kısacası şu an elimde Mark'ın söyledikleri dışında hiçbir şey yoktu.
Mark'ın yalan söyleme ihtimalinin olduğunu düşünmüyordum ama Kun'un bana hiçbir şey demeden Mark'la böyle konuşmasına da anlam veremiyordum. Beni belaya bulaşma diye tembiyleyen kişi oyken Dejun ne görmüştü de tam tersi şekilde davranıyorlardı?
"Bir kaç yüzyıl önce Seul kurtlar tarafından yönetiliyormuş biliyor musun?" Başımı aşağı yukarı salladığımda devam etti.
"Mark'ın soyu bu kurtlardan geliyor. Hatta şöyle söyleyeyim liderliğin alfadan, doğan ilk alfa çocuğa kalan bir sistem olduğunu düşünürsek şu anki yönetici Mark'ın babası olmalıydı." Bu benim Mark'ın kurt olarak doğdunu düşünmem teorisini haklı çıkarıyordu. Etrafına yaydığı güçlü enerjinin başka bir açıklaması da yoktu zaten. Ayrıca buna göre alfa olarak sıradaki liderin de Mark olması gerekiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
unknown • mh
Fanfiction"Ben varım Donghyuck. Yetmez mi?" markhyuck werewolf au •slow update