"Nereye olduğunun ne önemi var şimdi gidiyoruz işte"
Bay Lois Bayan Gaulle'yi elinden tutmuş adeta sürüklüyordu.
"Lois yavaş ol biraz"
"Biraz sabret izimizi ka..."
"Ahh"
"Ne oldu"
Bay Lois bir hışımla Celin'e döndü.
"Ayaağım"
"Ne oldu ayağına"
"Burktum"
Lois, Celin'i kucağına aldı ve koşmaya devam etti. Ona göre kaybedecek bir dakikaları bile yoktu.
"Merak etme halledeceğim biraz sabretmen gerek"
...
"Ne işimiz var burada"
Bayan Gaulle sevgilisinin kucağından inmiş ona tutunarak zar zor yürüyordu.
"Gidiyoruz buradan"
Geldikleri yer bir istasyondan başka bir yer değildi.
"Ne demek gidiyoruz? Nasıl gidiyoruz?"
Bayan Gaulle'nin şaşkınlıkla açılan gözlerine ağzı da eklendi.
"Peşimizde adamlar varken burda bunu mu konuşalım düş önüme anlatacağım ben sana herşeyi"
"İyi de bilet"
"Hallettim"
"Ne zam..."
Lois Celin'in sözünü bitirmesine bile izin vermeden onu trene sürükledi. Celin Gaulle tüm hayatı boyunca kaçarak yaşayacak cesareti kendinde bulamıyordu sürekli içinde bir huzursuzluk vardı. Sevgilisinin deli dolu halleri kendisini korkutmuyor değildi.
Yanlarında bırakın valizi tek bir eşyaları bile yoktu. Kendilerine ait tek bir obje götürmeden herşeylerini bu koca şehirde bırakıp gidiyorlardı.
Ancak şüphesiz onlar birbirilerine yeterdi. İki aşık kalpten başka hiçbirşeyleri yoktu. Olmasa da olurdu.
Tren çalışmaya başlayınca az da olsa bir su serpildi Gaulle'nin içine.
Ardından bir mutluluk tohumu düşüverdi yüreğine. Sımsıkı tuttuğu adamın elini daha da sıktı. O eli bırakmaya pek de niyeti yoktu.