bir

229 28 0
                                    


"Bu hasreti gidermezsek nice olur halimiz?"  Yeosang'ın titreyen sesiydi bu. Her fırsat bulduğunda yaptığı gibi yine aynı yere gelmiş şiir okuyordu. Hayattayken duymayı çok isteyen sevgilisine, o yarı ölü haldeyken okuma fırsatı bulmuştu şiirleri. Birkaç dize daha söylerken gözleri kapalı uzanmış bedenin elini tuttuğunu gördüm.  Yıllar olmuştu. Yıllar olmuştu olmasına ama her şey daha dün olmuş gibiydi.

Özellikle Yeosang için her şey her gün tekrardan yaşanıyor gibiydi.

"Sensin yalnızlığımın tek sebebi/ Tek seni karıştırabilirim/bir süre sensin o, sonra yine uğultu ya da iz bırakmayan bir koku/ah, kaybettim hepsini kollarımda."  Durdu bir an. Odanın köşesinde olanları izlemek bir yana Yeosang'ın her seferinde aynı taze acıyla ağladığını görmek daha da üzülmeme neden oluyordu.

"Bir tek sensin, sen, tekrar tekrar doğan/ sana hiçbir zaman sarılamadığımdan, vazgeçemiyorum senden." 

Dizeleri okumayı bitirdiği gibi ağlamaya başlamıştı. Önceleri teselli etmeye çalışırdım ama diğerleriyle beraber bunu yapmamaya karar vermiştik. Bir işe yaramıyordu. Dediğim gibi, her gün sanki aynı sahneyi tekrardan yaşıyor gibiydik.

Sanki her gün o yarış gününe uyandığımız şekilde uyanıyor ve hastane acilinde bitirdiğimiz şekilde bitiyorduk. Sanki her şey büyük bir kısır döngü içinde tekrar ediyor gibiydi. Hani zamanla geçiyordu bu acılar? Geçmek bir yana, hiçbirimizin acısı bırakın yok olmayı azalmamıştı bile.

"Lütfen, lütfen uyan." Elleri arasındaki soğuk olduğunu bildiğim eli sıktı. Parmak uçlarına dudaklarını değdirip uyanmasını söylemeye devam ediyordu. Umut böyle bir şeydi. Mingi'nin söylediğine göre beyin ölümü gerçekleşen biri tekrar hayata dönemezdi. Yeosang her gün Jongho'nun uyanması için dua ediyordu. Umut buydu işte. Gerçek olmayacağını bildiğin bir şeyde kendini kandırmanı sağlıyordu yalnızca.

"Yeosang, gitmemiz lazım." Her ne kadar onu buradan çıkarmak istemesem de diğerleri bizi bekliyordu. Yeosang başını kaldırıp tuttuğu eli bıraktı. Jongho'nun saçlarına biraz dokunup ayağa kalkmıştı.  Göz yaşlarını silip yanıma geldiğinde iyi olduğuna inandırmak ister gibi gülümsedi.

Oysa ne gerek vardı. Hepimiz farkındaydık, hiçbirimiz iyi değildi.

Gülümsemeye çalışıp kapıya doğru ilerledim. Bir yandan ışıkları kapamak için elimi kaldırmıştım ki Yeosang'ın "Işıkları kapatma" diyişiyle elimi durdurdum. Tekrar geleceğim demekti bu. Bizimkilerle konuştuktan sonra geri gelecekti muhtemelen.

Cam kapıyı açıp elimle geçmesi için işaret ettim. Çıktıktan sonra karanlık koridorda yürüdük bir süre. Jongho'yu olabildiğince saklı bir yerde tutuyorduk. Niye böyle yapıyorduk ne ben ne de diğerleri biliyordu bence.

Belki de bir gün buraya gelmekten vazgeçeriz diye evin olabildiğince uzak kısmında tutuyoruzdur onu.
Daha doğrusu birileri olur da bizi bulursa onu bulmasınlar diyeydi bence. Zaten bazı doktorlar beyin ölümü haberini aldıkları gibi organ nakli için iletişime geçmeye çalışmıştı. Başta sorun etmemiştik ama Yeosang organ naklini istememişti. Yeosang istemediği için elbette doktorlar durmuyordu. Sonuçta Jongho hayattayken kendi rızasıyla organ nakli için imza atmıştı. Ne arkadaşlarının ne de sevgilisinin, hiçbirimizin engellemeye hakkımız yoktu.

Ama geciktirebilirdik. Saklarsak geciktirebilirdik.

Koridorun sonundaki merdivenlerden yukarı çıkıp evin giriş katına çıktık. Bizimkiler salondaki masanın etrafında kendi yerlerinde oturmuş konuşuyordu. İçeri girdiğimizde Hongjoong yanındaki sandalyeyi geri çekti. Yeosang oraya oturuyordu.

Jongho'dan önce de Hongjoong Yeosangla çok ilgileniyordu. Şimdiyse daha da üstüne düşüyordu. Artık topluca Yeosang ile ilgileniyorduk. Jongho'nun ölümünden sonra gittikçe kötüleşmişti, özellikle ilk yıl defalarca kez intiharın eşiğinden kurtarmıştık onu.

Yeosang önündeki sudan birkaç yudum alırken ben de Mingi'nin karşısındaki sandalyeye oturdum.

"Niye toplandık?" Diye sordum. Diğerlerinin olayı açıklamaya niyeti yok gibiydi.

Seonghwa konuşmaya başladı. O konuşunca yüzüne bakmadım, önümdeki kağıtları inceler gibi yapıyordum.

Öyle kolay unutacak değildim olanları. Unutacak değildim bana ve bize yaptıklarını.

"Wonwoo bu gece Wooyoung'un kumarhanesine gelecekmiş. Araştırmalarımdan anladığım kadarıyla hedefimizin ciddi bir kumar bağımlılığı var."

"Yani gece bendesiniz." Wooyoung gülümseyip kendini işaret etti. Şehrin en iyi kumarhanesine sahipti. Öyle ki büyük makamlara sahip devlet insanlarından bile gelenler vardı, böyle bir durum olduğu için de baskın yapılsa bile kolaylıkla kurtulabiliyordu.

"O zaman ben silahlarımı hazırlayayım?"  San'ın silahları kurmalı olduğu için gideceğimiz mekanın planına göre farklı farklı silahlar getiriyor bunları önceden hazırlaması gerekiyordu. Çoğumuz yakın dövüş gibi şeylerde daha iyiydik. Hongjoong ve San çoğunlukla keskin nişancılık yapıyordu ama Hongjoong son aylarda Yeosang ile vakit geçirdiği için gelip gelmeyeceği bile kesin değildi.

"Hayır, çatışmaya gitmiyoruz. Wonwoo konuşmak istediğini iletti notlarından biriyle."

Wonwoo arada bir notlarla bizimle konuşuyordu. Klişe bir yöntemdi ama ipucu olabilecek bir şeyler buluruz umuduyla hepsini saklıyorduk. Zaten o notlar aracılığıyla her şeyin başının Wonwoo olduğunu öğrenmiştik birkaç ay önce.

"Ne konuşacakmış?"

"Bizimle değil, Wooyoung ile konuşacak."

"Benimle mi?" Wooyoungla mı?


Şimdilik kısa bitireyim dedim atmış olmak için

Wonwoo Wooyoung'un üvey abisiydi bu arada.

Ayrıca lazım olacak bir bilgi; gerçek hayattaki soyadlarından bağımsız olarak bu kitapta Wonwoo ve Minjeong(Aespa Winter) öz kardeş. Yani Wooyoung'un bir üvey abisi bir de üvey kız kardeşi var. Önceki kitapta hatırlarsanız bir bölümde Wooyoung'un kız kardeşinden bahsetmiştim zaten kısaca.

Yeosang'ın bölümde okuduğu şiir:
Bir Tek Sensin, Sen Rainer Maria Rilke (Gülbahar Kültür çevirisi)

Bu şekilde Yeosang'ın okuduğu şiir veya şarkıları bölüm sonlarına yazacağım unutmadığım sürece

Neyse sonraki bölüm muhtemelen pazar veya pazartesi akşamı gelir daha boşum o günler çünkü

İyi geceler💜

kings vs jesters ✔︎Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin