on iki

83 13 27
                                    

"Konuşmak istemiyorsun biliyorum." başladığım cümlenin ardından bir süre bekledim. "Birkaç saate dönerim." Dememe rağmen hiçbir cevap duyulmadı. Wooyoung saatler önce topluca konuşmamızdan beri odadaydı. Gitmeden önce bir cümle de olsa benimle konuşmasını istemiştim. Kötü hissediyordum.

"Hediye, hediyeni aramayacaksın muhtemelen ama bil diye söylüyorum; yanımda götürüyorum, geri geldiğimde sana bizzat vereceğim, aramayacaksın." Başımı kapının yan kısmına yasladım. Bir kez daha cevapsız kalmıştım. Cebimde telefonumun titreşimini hissettiğimde gitmem gerektiğini anlamıştım, Yunho mücevherleri getirdiğinde arayacaktı çünkü.

"Gelince gö-" Kilit sesinin ardından açılan kapı, kollarımda hissettiğim beden, saniyeler içinde olan her şey hem sözümü kesmişti hem düşüncelerimi de durdurmuştu sanki. Boynumun etrafına sardığı kollarının şokunu atlattığımda yüzümde bir gülümseme oluştu, gözlerimi kapatım ben de karşılık verdim sarılışına. "Başına bir şey gelirse seni mahvederim." Güler gibi bir ses çıktı ağzımdan istemsizce.

"Gülme, ciddiyim. Nasıl gittiysen öyle geri döneceksin."

Boynunu öptüm yalnızca. Ne anlaması gerektiğini biliyordu. Söylemeye ihtiyacımız yoktu.
Benden ayrılmaya niyeti yokmuş gibi olduğu için kendim ondan uzaklaşmak zorunda kaldım. Kendimi geri çektikten sonra kısa bir süre daha konuştuk. Bu kısa konuşma içerisinde anladığım kadarıyla ne bana karşı siniri ne de kırgınlığı kalmıştı. Bunu bilerek gidecek olmak içimi biraz daha rahatlatıyordu artık.

Yunho tekrar aradığında daha fazla oyalanmayıp evden çıktım. Kapının önündeki arabama yaslanmış beni bekliyordu. Arabanın üstünde küçük bir kutu vardı. Anlaşılan mücevherler bu kutunun içindeydi. Açıkçası kutu fazla küçük görünüyordu. Mingi'nin bana anlattıklarına göre mücevherlerin çoğu takıların üzerindeydi, bazılarıysa taş halindeydi. Yunho kendinde olanların hepsini vereceğini söylemesine rağmen böyle ufak bir kutu geldiğine göre ondakilerin hepsi taş halinde olanlardandı. En azından ben böyle umuyordum.

Beni fark ettiğinde arabaya yasladığı bedenini çekti. "Sonunda geldin." Dedi göz devirerek. Bugünlerde gergin gibiydi, bu yüzden ters davranışlarını pek de kafaya takmıyordum.

Kutuyu bana doğru uzattı. Açıp bakmak istesem de Yunho beni durdurup açmamam gerektiğini söylediği için açmaktan vazgeçtim ben de. "İşin bittiğinde aramayı unutma." Başımı sallayıp kapıyı açtım. Yunho kenara çekilmiş benim arabaya binmemi izliyordu. Kutuyu yanımdaki koltuğa bıraktım önce ama sonrasında ordan kolayca düşebileceğini düşünerek koltukların arasında kalan, normalde bardak koymak için olan kısma koydum.

Evet, kutu oraya sığacak kadar küçüktü. Ve bu hiç de iyi hissettirmiyordu. Yine de yol boyunca kendime sorun olmayacağını söyleyerek Seonghwa'nın Wonwoo'dan öğrenip bana söylediği adrese doğru sürdüm arabayı.

Geldiğim zaman kutuyu ceplerimden birine atıp arabadan indim. Muhtemelen boş olan ve büyük bir evdi burası. Evin ışıkları yanmıyordu ama bahçeden ışık geldiğini görebiliyordum. Bahçede bekliyordular demek ki. Etrafta kimse olmaması garibime gitmişti ve bir yandan tedirgin olmama neden olmuştu. Belimde bir silah olduğunu bilsem de ne tabanca kullanmakta karşımdakiler kadar iyiydim ne de onlar gibi çokça cinayetten oluşan deneyimlerim vardı. Kendimizi savunmak zorunda olduğumuzdan silah kullanmayı öğrenmiştik zaten ki o da kusursuzca değildi, temel şeyleri öğrenmiştik o kadar.

Bahçenin arka tarafına, ışığın göründüğü yere doğru gittikçe elinde bir bardakla oturmuş olan kişiyi gördüm. Wonwoo'ydu bu kişi muhtemelen. Kamelyanın içinde oturmuş içki içiyordu.

kings vs jesters ✔︎Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin