20. GEÇMİŞTEN ARALANAN PERDE

440 32 8
                                    

20.GEÇMİŞTEN ARALANAN PERDE

Günlerin yorgunluğu bedenimi uyuşturmuş, pelte kıvamına getirmişti. Uyanmak bir yana, gözlerimi dahi açmaz durumdaydım. Zihnim de bedenimden farklı değildi. Tüm ışıklar kapanmış, karşımda bir noktadan başlayan ve başladığı nokta etrafında genişleyerek dönen, bazen renkli ama şu an beyaz olan spiral şeritler beni hipnoz altına almıştı, buna rağmen bilincim açıktı.

Buradaki yaşamımın bana öğrettiği şeylerden biri de spirallerin varlığının bir amacı olduğudur. Spiraller, portalların parçasıdır. Bulunduğun konumdan başka bir yere ya da başka bir boyuta giderken rotada kalmamızı sağlayan spiraller, kendi etraflarında dönerek portalın açılmasını bekliyordu. Beni içine çekmiş karanlıkta, zaten hayli bulanık olan zihnim, spirallerin dönüşü ile ivme kazanmıştı.

Çok geçmeden kendimi bir ormanın derinliklerinde buldum. Nasıl ve kim tarafından getirildiğimi anlamlandıramadığım bu boyutta sakince ilerleme başladım. Bir yol vardı ve eminim bu yol beni geliş amacıma götürecekti.

Bazı zamanlar, çok yorgun olduğumda, istemeden farklı boyutlara geçtiğim olmuştu. Belki de yine o boyutlardan birindeydim. Devasa ağaçların olduğu, yeşil ve kahverenginden başka rengin olmadığı bu ormanda ne kelebek ne de çiçek vardı. Devasa ağaçların altında yetişen açık kahve mantarlardan başka çimenlere renk veren bir şey yoktu.

İlerleyen adımlarda ağaçlar sıklaşarak semada birleşen dalları ile güneşi engellemişti. Güneşin dokunamadığı yol, geldiğim rotadan daha karanlıktı ama önümü görmeme engel değildi. Biraz ileride sağa kıvrılan yolda ilerlerken artık kendi bedenimde değildim. Her adımımda bende biraz daha ayrılan küçük beden, çocukluğuma aitti.

Onun yolda ilerleyişini izledim. Yol, bizi gövdesinde ayna yaslı ağaçlara çıkardı. Aynaların önünden geçerken yansımamıza baktım. Küçük bedenim yansımada gözükürken, ben yoktum. Bu sahnede benim rolüm izlemekti, üstüme düşeni yapmalıydım.

Yol bitmiş, asıl sahneye çıkmıştık. Bir çocuk parkı. Puslu bir havanın hâkim olduğu ortamda, park ön plandaydı. Uzun kırmızı ve kısa turuncu kaydıraklar, bir ucu yeşil, bir ucu mor tahterevalli ve iki pembe salıncağın olduğu küçük bir parktı. Parkın etrafında dört adet bank vardı. Çocukluğuma şahit olan parktaydım.

İki oğlan çocuğu tahterevallide oynarken, bir kız kaydıraktan kayıyordu. Her inişinde durmadan kaydırağa tırmanıyor ve tekrar kayıyordu, bir döngü içinde gibiydi. İkili salıncağın tek koltuğu kendi kendine sallanıyordu. Küçüklüğüm salıncağa yaklaştıkça sallanan koltuğun boş olmadığını fark ettim.

Ne parkta oyun oynayan çocuklar ne de bankta oturmuş çocuklarını gözleyen ebeveynler, salıncaktaki yabancıyla ya da benimle ilgilenmiyordu.

Salıncağa oturup sallanmaya başlarken gözlerimi bankta oturan annelerden çekmiyordum. Onlar ise gözlerini çocuklarının üzerinden ayırıp bir saniye bile bana bakmadılar. Parkta oynayan o çocukları çok kıskanmıştım. Ne kadar şanslılardı, anneleri onlarla parka gelmişti. Tek başına buradaydım, sallanmam için arkamda duran annem ya da babam yoktu, yalnızdım.

Kaydıraktan kayan kız, hızla kaydığında dengesini sağlayamadan yere düştü. Bankta oturan bir anne hızla kalkıp kızın yanına koştu. Ellerinden tutup düştüğü yerden kaldırdı, düşmenin şiddetiyle dizlerine yapışan ufak taşları temizledi, ağlayan kızın gözyaşlarını sildi, yüzüne defalarca öpücük kondurup, küçük kıza sıkıca sarıldı.

Kalbim sızladı. Kaç kez düşmüştüm, yanıma koşan, beni kaldırıp, acımı avutan, gözyaşlarımı silip, beni sarıp sarmalayan, ıslak yanaklarımı öpen hiç olmamıştı. Düştüğüm yerden kendim kalkmış, tozlu dizlerimi kendim silkmiştim. Kendi gözyaşlarımı silmeyi sevmediğimden hiç ağlamamıştım.

MAVERAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin