2. Bölüm

47 1 3
                                    

Keyifli okumalar

Yaşamanın bu kadar kötü olduğundan yakınırken ölen birinin yaşamasını istemek bencillik olmaz mıydı?

Kapıdan içeri girerken özellikle açık kalmasına dikkat ettim. Bir de kalkıp tekrar kapı açmakla uğraşamazdım. Elimde ki kutuyu kapının yanında ki ayakkabılığın üstüne bırakıp mutfağa geçtim. Su ısıtıcısını çalıştırıp suyun kaynamasımı beklerken beklediğim kişinin geldiğini kapanan kapıdan anladım. İki tane kupa çıkarttım bir tanesine daha fazla olacak şekilde kahveyi ardından da kaynayan suyu döktüm ve salona girdim.

Kahveyi önüne bırakıp çaprazında ki ikili koltuğa oturdum, sap bacağını diğerinin üstüne atıp yerleşirken o da benim konuştuklarımızı anlatmamı bekliyordu. "Görev varmış."

"Seni bunun için mi çağırmış!?" En az benim kadar o da sinirlenmişti. Görevi yarın da anlatabilirdi ama o özellikle beni çağırmayı seçmişti. "Bana içinde takip cihazı bulunan bir kolye ve bileklik verdi. Bu sefer ki hedefimiz bir kadınmış." Yerinde hızla dikleşti gözbebeklerinin büyüdüğünü görebiliyordum onu endişelendiren şey neydi?

"Ne? Dur bir dakika bu kadın alışverişi engelleyen kadın mı?" Başımı sallayarak onayladığımda rahatlayarak geriye yaslandı. "Onu sana vermesine çok sevindim. Kadına iyi bir şey yaptığı için zarar gelsin istemem." Bende istemezdim zaten görevi de bu yüzden kabul etmiştim yoksa beni rahatsız etmesinden dolayı görevi almamaya kararlıydım.

Sağ elimde ki kahve kulpundan tutmadığım için elimi yakmaya başlarken umursamadan bir yudum aldım. Gözlerimi kapatıp başımı arkaya yasladığımda daha fazla konuşmak istemediğimi açıkça belli etmiştim. O da bu isteğine uyup sessizliğine dahil oldu. Gözlerim kapalı iken arada kahveyi yudumluyordum. Sonunda daha fazla oturmak istemeyip henüz tam soğumamış kahveyi kafaya dikip ayağa kalktım. Kupayı mutfağa bırakıp giriş kapısından içeri girdiğinde solda kalan merdivenlerden aşağı indim. Önüme çıkan kapıyı açmak için hızlı hızlı şifreyi girip doğruca boks torbasının önüne geçtim.

Açık bıraktığım kapının orada kesilen ayak sesleri içeri girmeden beni izlediğini belli ediyordu. Yaklaşık iki saat sonra ellerimin yandığını yeni yeni hissetmeye başlamıştım ki yanıma yaklaşan sert adım seslerinin ardından kolumdan tutulup sola çevrildim. Elinde ki pamuğu kanadığını yeni fark ettiğim elime bastırdığında elimi hızla çektim ve eski pozisyonumu aldım. "Gerek yok."

"En azından sargı bezi sarsan olmaz mı?" Terlediğimi hissettiğim için cevap vermeden üstümde ki tişörtü çıkarıp siyah sporcu atleti ile kaldım. Yumruklarımı aynı hızda torbaya geçirirken onu cevapsız bırakmadan dolayı verdiği sıkıntılı nefesi duydum.

"Alev." Umutsuz sesi donmamı sağlarken sessizce söyleyeceği şeyi bekledim. "Lütfen. Bu şekilde kendine zarar vermekten başka bir şey yapmıyorsun. Kendini cezalandırmaya bırak." Hareket etmeden onu dinlediğimi fark ettiğinde hâlâ yumruk olarak hava da duran elimin birini avucuna aldı ve temizledikten sonra sargı bezi ile sıkıca bağladı. Bıraktığı elim aşağı düşerken konuşmadan kurtulabilmek için istediğini yapmasına izin verdim.

İki elimi de sargı bezi ile sardığında tekrar yumruklarıma devam ettim. Sessizce torbanın diğer yanına geçip bana eşlik etti.

Bir saati daha geride bıraktığımız da duvarda ki saate baktım. Saat sabahın dördü idi. "Hadi yatalım artık." Diyerek elimde ki sargı bezini çözmeye başladım

"Ben eve gideyim." Bakışlarımı elimden ayırmadan cevap versem de dediği gerçekten canımı sıkmıştı. Saatin dördün de eve gitmesine izin vereceğimi düşünmüş miydi gerçekten?

"Saçmalama nereye gidiyorsun bu saatte."

"Alev gide-" Başım hızlıca kalkıp bakışlarım yüzünü bulduğunda her kelimeyi vurgulayarak konuştum.

"Çık odana yat Mert." Pes edercesine başını sallayıp arkasını dönmüştü ki vazgeçip tekrar bana döndü. Bakışlarımı elime indirip diğer sargı bezini açmaya başlarken saçlarımın üstünde hissettiğim öpücük ile elim durakladı. "İyi geceler güzelim."

"İyi geceler kardeşim." Yüzünü görmesem de orada ki buruk tebessümü tahmin etmek benim için hiç zor değildi. Yıllardır her bir mimiğini ezberlemiştim. Kardeşinin acısına ortak olmak istiyordu ama ben buna izin vermeyi düşünmüyordum onun da elinden gelen tek şey eğer izin verirsem kanayan ellerime pansuman yapmak ve saçlarıma minik bir öpücük kondurmak oluyordu.

Ayak sesleri yavaşça uzaklaşırken sargıyı yere atıp bedenimi zemine bıraktım. İyiymiş rolü yapmak artık zor geliyordu hele ki güçlü rolü yapmak işte o en kötüsü idi.

Bir süre yerde uzanıp kırık beyaz tavanı izledim. Yani en azından gözlerim görmese bile ona bakıyordu. Ben ise aklımda yaralarımı öptükten sonra geçtiğini söylediğimde mutluluk çığlıkları atan meleğin sesini duyuyordum.

Ölmek için fazla genç, yaşamak için fazla masumdu.

Gözlerimin yanmaya başladığını hissettiğimde yerimden hızlıca kalktım. En hızlı adımlarım ile odadan çıkıp kapıyı kapattım. İlk merdiveni çıkarak girişe geldiğimde diğer merdiveni de tırmanıp koridorun sonunda bulunan odama yürüdüm. Elimi kapı kulpuna atmış iken içime dolan his ile kapıyı bırakıp koridorun başına gittim ve sağda kalan kapıyı çaldım. Kapı anında açılırken üstünü değişip siyah eşofman ve tişört giymiş olan Mert merakla bana baktı.

"Girebilir miyim?" Meraklı ifadesinin yerini alan neşe bariz görünürken benim de küçük bir gülümseme sunmama sebep oldu. Kapının önünden çekilirken sol elinin baş parmağı ile arkasını gösterdi. "Eşofmanlar ikinci bölmede biliyorsun zaten." Başımı sallayıp çekingen adımlar ile içeri girdim. Bu aralar onu fazla boşlamıştım bu yüzden çekingen hissediyordum yoksa o benim çekineceğim son kişi bile olamazdı ve garip bir şekilde çekineceğim tek kişi de oydu.

Beyaz dolabın ikinci bölmesini açıp siyah bir eşofman aldım ardından ilk bölmeden bol siyah tişörtü alıp odanın içinde ki banyoya girdim. Telefonun cebimde olduğunu bile yeni hatırlamıştım o yüzden hemen cebimden çıkardım ve banyo dolabının üstüne bıraktım. Üstümde ki sporcu atletini ve siyah kotu hızla çıkarıp rahat kıyafetleri üzerime geçirdim. Mert kalıplı bir adamdı bu yüzden eşofmanın belini fazlasıyla sıkmam gerekmişti ki buna rağmen hâlâ biraz bol idi ama düşmezdi.

Tişört de üstümde fazlası ile bol duruyordu ve boyu neredeyse dizlerime geliyordu ama bu onu çok daha rahat yapıyordu. İşim bittiğinde banyodan çıkıp yatağa oturmuş beni bekleyen adamın yanına gittim. Telefonu hafifçe kaldırdığımda kaşları çatılırken gülüşünü saklamaya çalıştı. "Ne zamandır benden onay bekliyorsun?" Cevap vermediği de boşta olan sol elimi tutup beni yanına çekti.

"Sana kızgın falan değilim kardeşim. O yüzden kendine gel ve bana kontrol manyağı Alev'i geri ver." Kurduğu cümle ile gözümü devirip telefondan müzik listemi açtım ve karışık çal butonuna bastım. "Kontrol manyağıymış. Dua et havamda değilim yoksa şimdiye çoktan burnunu kırmıştım." Evet yumruğumun burnunda olmamasının tek sebebi şuan onunla uğraşmak istememem idi. O da bunun farkında olduğu için gülerek yatağın ucundan kalkıp örtünün içine girdi.

Telefonu komodinin üstüne bırakıp yatağın sol tarafına yattım. Özellikle düz yattığını görünce yaklaşık başımı göğsüne yasladım. Normalde ikimiz de yan yatarak daha çok rahat ederdik ama beraber yattığımız zaman bu şekilde uyumak daha huzurlu hissetmemi sağlıyordu.

Çalan şarkı bana inatmış gibi gelirken sessizce sözlere eşlik ettim.

"Söyle neredesin bal?"

"Artık benlesin bal." Diye devam ettirdi sonrasında ikimizin de sesi çıkmadı. Uzun bir süreden sonra uykunun beni içine çektiğini hissetmiştim bu yüzden güvendiğim tek insana biraz daha yaklaşıp göğsünde huzurlu olmasını dilediğim derin bir uykuya daldım.

İkinci bölümümüz de bu şekilde bitti. Umarım beğenmişsinizdir.

Kendinize iyi bakın.

Sönmeyen AlevHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin