Arslan Türkoğlu
Hakkari'nin aslında güzel bir memleket olduğunu biliyorum; dağlarının arasında kalmış güzellikleri, şehir içindeki o değişik enerji ve daha nicesiyle insanı kendine büyülüyor. Birkaç görevde tanıştığımız köylü halkının bize duyduğu saygı ve sevgi de bambaşkadır. Ama şimdi burada daha ilginç hissediyorum. Anıl yüzbaşıyla izinlerimizi alıp ilçeye, oradan da arabasına binip il merkezindeki evine geldiğimizden beri şaşkınım. Önce markette alışveriş yapmıştık, çok bir şey almasa da ucuzluğu garibime gitmişti. Beraber apartmanın merdivenlerini elimizdeki poşetlerle tırmanırken saatlerdir olduğumuz gibi sessizdik.
Sonunda sekizinci katın sol dairesinde durdu, poşetleri yere koyup cebinden anahtar çıkardı ve içeri girdi. Ben de ayakkabılarımı çıkarıp içeri girdim.
"Hoş geldin," dedi poşetleri mutfağın yerine koyarken.
"Hoş bulduk yüz-" Bana döndüğü an sustum.
"Abi oğlum, abi. Şu anda tatildeyiz, öyle rütbelere gerek yok. Bak banyo koridorun orada, sağdaki kapı, istediğin gibi kullanabilirsin." Teşekkür edip banyoya yöneldim.
Genel olarak her yer ve şeyler toz tutmuştu. Ellerimi yıkayıp çıktığında yüzbaşının sinirle dolaptan aldığı poşeti çöpe attığını gördüm. "Şu Murat ne pis adam ya! Ona diyorum ki peynir alma, bozuluyor. Küçük, yiyebileceğin kadar açık peynir al. Ama inatla gidip marketten büyük kutu alıyor. Hadi aldın, getir karakola da burada küflenmesin, ziyan olmasın."
"Komutanlarla bu yüzden mi yakınsınız yü?.. Abi." Yüzbaşı halime gülerken başını iki yana salladı.
"Tamam, nasıl rahat ediyorsan öyle söyle. Evet. Genel olarak herkesin bir aile evi olsa da... Zamanla insan ailesinden kopuyor be Arslan. Çetin, Murat ve Burak aileleri için ölürler, Allah korusun başlarına bir şey gelse perperişan olurlar. Ama yalnız kalmaya ihtiyaçları oluyor. Alıştık artık erkeklerin arasında kalmaya, bazen ailelerinin yanında nasıl davranacaklarını şaşırıyorlar. Bu evde kaldığımızdan beri de hepimiz birbirimize daha çok yakınlaştık." Herkesi ailesiyle saysa da kendini saymaması?
"Ya sizin yüzbaşım, kendi ailenizi saymadınız?"
"Yok, ben yetimim. Rabbim bana aile sevgini tattırmadı, ama sıkıntı yok. Askeriyedeki kardeşlerim, Emre komutanın babacanlığı yeter." Başımı aşağı yukarı salladım. Konuşurken tezgahın alt dolaplarından musluk kısmında kalandan çamaşır suyu alıp buzdolabını güzelce silmiş, temizlemişti.
"Ben yerleştirebilirim?" Teklif ettiğimde kabul edip kendisi tezgahı ve masanın üzerini silmeye başladı. "Neden temizlikçi tutmadınız yüzbaşım?"
"Çünkü güvenmiyorum. Evet, ev otel odaları gibi. Yine de askeriz ve binanın güvenliği, kamerası yok. Aslında Murat çok ısrar etti de ben güvenmem, Varol'la Çetinler de benim gibi düşünüyor." Başımı aşağı yukarı salladım. "Sonra da halıları silkeleyip süpürüp sileriz, sana uyar mı?"
"Uyar, siz nasıl isterseniz komutanım."
Uzun temizlik merasiminden sonra salondaki koltuklara oturmuş soluklanıyorduk. Anıl yüzbaşı kısaydı, öyle aman aman kaslı da değildi ama zalim antrenmanlarında ve görevlerde onun ne kadar güçlü, çevik olduğu ortaya çıkıyor. Şimdi de öyle, tek başına bütün halıları silkeledi; hepsi yıkanmış, fırçalanmış gibi duruyor.
"Seni de yordum, hakkını helal et." Onca işe rağmen hâlâ canlı çıkan sesine güldüm.
"Estağfurullah." Salonda iki dörtlü, iki de berjerden oluşan takım var. Koltuklarlar genel olarak rahat ve hepsi yatağa dönüştürülebilenlerden. Televizyon kocaman, oyun konsolları da var. "Oyun oynar mısınız ki komutanım?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sol Dağ
ActionTamamen hayali, sırf kurgu ve tamamı aksiyon, bromance içerir. *askeri kurgu, bromance içerir. !Bromance, boy love değil; bro+romance yani erkek dostlar demektir. !Bxb DEĞİLDİR. *gerçek aile kurgusu değildir Askeri kurgu Çok fazla küfür içerir