36-

1K 95 67
                                    

Arslan Türkoğlu

Derin uykularım çoğalmıştı, hepsinden dinç ve huzurla uyanıyordum. Ama şimdi sanki zorla uyutulmuş gibiyim, uyandığımda da kendime gelemiyorum. Bir uğultu vardı beynimde. Gözlerimi açtığımda o uğultunun aslında gerçekten de ses olduğunu gördüm, tam duyamadığımdan sadece uğultu gibi geliyordu. Sesin kaynağıysa Egemen. Zincirlendiği yerden küfürler ederek debeleniyor.

"Bir sus," dedim beynimi kendine getirmeye çalışırken. Kendi sesim bile bana yabancı geliyor...

Etrafa kısık gözlerle baktığımda penceresiz bir depoda, ellerimi tavana zincirle bağlı halde olduğunu gördüm. Rutubet ve küf sanki direkt ciğerime işliyor, o kadar yoğun. Yukarıya, ayaklarımız zemine rahatça basacak yükseklikte asılmışım, üzerim tamamen çıplak sadece pantolonum kalmış.

"Arslan diyorum!" Bağıran Egemen'e döndüm, bir kolunda hâlâ sargı var. O sandalyeye bağlanmış, elleri sandalyenin kollarında.

"İyi misin?" Sorumdan sonra bir süre dumur oldu.

"Amına koduğumun malı. Bir kere de önce kendine bak." Çenesiyle yukarıyı işaret edince başımı kaldırıp kollarıma baktım, ikisinde de sargılar var ve ona rağmen kanıyor. "İyi misin? Kollarını oynatabiliyor musun?"

"İyiyim sanırım," derken ellerimi yumruk yapıp açtım, kollarımı oynattım. "Oynatabiliyorum."

"Oh şükürler olsun." Gerçekten sakinleşip derin bir nefes aldığında sorumu yineledim, sadece başını aşağı yukarı salladı. "En son ne oldu lan?"

"Biz oraya destek için geldiğimizde sen baygındın, dibimize roket atıldı diye kaçarken teröristler etrafımızı sardı. Ben ikimizin kafasına aynı anda sıkacaktım, ama altı kişiden daha hızlı olamadım. Başka yaran var mı?"

"Benim yok da senin sırtında ve göğsünde de kurşun... Orospu çocukları!" Hissizlik bu zamanlarda iyi mi, kötü mü anlamıyorum. Karnımda da kurşun yaraları var, hepsi sıyırmış. Egemen'in sözlerine göre sırtımda da varmış...

Türk askeri esir düşmez, düşemez; bize bu öğretiliyordu, ama işte buradayım! Zincirlerin sıkılığına bakmak için çekiştirdiğimde Egemen susup izlemeye başladı. Tavandaki kapalı kancaya bağlıydı ve ne yaparsam yapayım açılmayacak gibi. Eğer kancayı çok hareket ettirebilirsem tavanda onu oynatabilirim, elimdeki zincirler kopmaz ama en azından oradaki bağdan kurtulurum ve kollarımı rahatça hareket ettirebilirim.

"Kaç saattir uyuyorum?" diye sordum kancayı oynatmaya devam ederken.

"En az iki. Ben de senden iki saat önce uyandığımdan neler oldu tam bilmiyorum. Orospu çocukları üzerimi de değiştirmiş." Başımı çevirip Ege'ye bakındım, gerçekten üzerinde farklı kıyafetler var. "Bunlar neden esir aldılar?"

"Bilmiyorum, ama hoş bir nedenden değildir. Ege ikimizden biri ölse de susmak zorundayız biliyorsun değil mi?" Sanki sövmüşüm gibi bana baktı.

"Hatırlatırım, ben de askerim. Senin gördüğün eğitimleri ben de aldım." Gerçekten sinirlendiğini anladığımda dudaklarımdaki tebessümü silmeye çalıştım. "Göt! Ogo bon bordo tomomlondom! Hayır yani arasında ne kadar fark olabilir, ha karakol, ha kalekol? İkisi de yapılardan ve içindeki askerlerden oluşan yer!"

Telefondaki muhabbetimizi söylüyordu, demek canı ona sıkılmış.

"Sen gerçekten kızmışsın," dedim gülerken.

"Gülme sikerim belanı." Anında dudaklarımı birbirine bastırdım. "Ağladım lan sen öyle dediğinde."

Ağlamak? Ağlamak ve Egemen? Bağlandığı iplerden kurtulmaya çalıştığını da kan sızan bileklerinden anlıyorum.

Sol DağHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin