Bazen yeni bir güne uyanır ve şöyle dersiniz. "İşte yine dünküyle aynı bir gün... Ya da bir önceki günle... Ya da bir öncekiyle..." Ama ben uzun zamandır güne böyle başlamıyordum. Tanrıya şükür. Her günüm yeni bir heyecanla başlıyor ve her günüm yeni ve bir öncekinden tamamen farklı bir umut taneciğiyle sona eriyordu.
Bugünümün de benzer bir şekilde geçeceğini biliyordum ama yine de hayatımın kökten değişeceği günün bugün olduğunu bilmiyordum. Zaten kim bilebilirdi ki bunu?
Sabah gelirken markete uğramıştım ve kendime biraz dondurmayla tavan arasındaki misafirim için biraz hazır yemek almıştım. Gerçi yemeği ısıtamazdı ama en azından her gün kurabiye ya da sandviç yemesinden iyiydi. Bir yandan arabamı kullanır, bir yandan da dondurmamı yerken kendimi mutlu hissetmiş, bugünün iyi geçeceğine dair içten içe ümitlenmiştim.
Gerçekten de günüm hiç de fena değildi. Vosret bakımevlerinin yeniden düzenlenmesiyle ilgili ülke genelinde bir toplantı için bütün gün boyunca Rast'taydı. Bu da yapılacak işleri minimuma indiriyordu. Üstelik Satis de yakamdan düşmüş gibi görünüyordu. Bütün gün boyunca yalnızca iki kez karşılaşmıştık. Ayaküstü yapılan bir sohbetten ibaretti bu da. Görünüşe bakılırsa Satis problemi de başlamadan bitmişti. Yani günüm genel olarak güzeldi ve tavan arasına çıkarken bugün için daha fazlasını beklemiyordum. Sonuçta günüm daha ne kadar iyileşebilirdi ki? Kendime bunu sorarken bu sorunun cevabının tahmin edemeyeceğim yerlere gidebileceği hakkında hiç fikrim yoktu.
Eşya yığınını aşıp kapının önüne geldiğimde içimde her gün duyduğum o beklenti ve heyecana sahiptim yine. Anahtarı çevirip içeri girdiğimdeyse her gün yüzüme bir tokat gibi vuran hayal kırıklığına sahiptim. Yine kimse yoktu. Yine aynı boş tavan arası, yine aynı önü boş kule... Yiyecekler gitmişti ama onun dışında başka hiçbir şey yoktu. Her gün aynı durumla karşılaşmak can sıkıcıydı ve beni buraya gelmekten vazgeçmekten alıkoyan tek şey de her gün bıraktığım yiyeceklerin alındığını bilmekti. Bu da beni diğer adımlara itmişti ve ses kaydının işe yarayacağından, birilerini ortaya çıkaracağından neredeyse emindim. Ama işte bir akşamüstü yine buradaydım ve sürpriz! Yine yalnızdım. Normalde bu beni o kadar da rahatsız etmezdi ama ses kaydından sonra her zamankinden daha sabırsız olmuştum ve bu yüzden bu geceki durum beni çileden çıkarmıştı.
Göz ucuyla her zaman oturduğum karton kutuya baktım ve o anda beklemeye niyetimin olmadığını fark ettim. Bir hışımla arkamı döndüm. Tek istediğim şey buradan olabildiğince çabuk bir şekilde ayrılmak ve eve dönmeyi bile beklemeden, Sanofi'deki en yakın bara dalıp sarhoş oluncaya kadar içmekti. O anda tek istediğim şey buydu ve her dakika bundan daha da emin oluyordum. Bu yüzden hızlı adımlarla kapıya doğru ilerlemeye başladım. Her şey de tam o anda başladı.
Arkamdan gelen sesi tam olarak tanımlamam gerekirse küçük çaplı bir yıkım diyebilirdim çünkü tam olarak böyle olmuştu. Tavan arasını düzenlerken yan yana ve üst üste dizilmiş koca bir yığın haline getirdiğim kitap kolilerinden birkaç tanesi devrilmiş, içindeki kitaplar yere saçılmıştı ve bu oldukça yüksek bir ses çıkarmıştı. Ve biliyordum ki kutuların kendi kendine düşme ihtimali çok zayıftı.
"Kim var orada?" diye bağırırken içimde kaybolmaya başlayan o heyecanın yeniden ortaya çıktığını fark ettim. "Göster kendini."
Kutuları her kim devirdiyse sanırım ortaya çıkmaktansa gözetlemeyi tercih ediyordu. Dün hissettiğim şeyin aptalca bir şey olduğunu düşünmüştüm ama artık emindim ki izlendiğime dair o his gerçekti. Belki de yiyecekleri getirdiğim, notu ve hatta ses kaydını getirdiğim tüm o gecelerde burada beni izleyen biri vardı. Ama sonunda yakalanmıştı işte.
"Her kimsen artık çıksan iyi olur çünkü bu saklambaç canımı sıkmaya başladı."
Odaya tamamen sessizlik hâkimdi ve o an ister istemez ona karşı bir hayranlık duydum. Böyle bir durumda nasıl bu kadar sessiz kalabildiğini anlayamıyordum. Oysa ben bas bas bağırmamak ya da kutuları tek tek devirerek saklandığı yerden onu çıkarmamak için kendimi zor tutuyordum.
"Sen çıkana kadar hiçbir yere gitmiyorum. Bil istedim." Sesime biraz alay eklemiştim. "Elimdeki yiyecekleri almak istiyorsan kendini göstermek zorundasın." Odada adeta bir ölüm sessizliği vardı. "Bu arada bugün köfte getirdim. Gerçi sıcak değiller ama ne yapalım? Bu şekilde idare etmek zorundasın." Ses tonumdaki alay kulaklarımı tırmalayacak düzeydeydi ve bu hoşuma gitmişti.
Sessizlik devam etti. Ama sadece bir süre için... Sonunda birinin ayak sürümesine benzeyen bir ses geldi ve sonra ses yeniden kesildi. Sanki saklanan kişi bir adım atmıştı ama sonra yeniden durmuştu. Kendi ile çelişiyor, ortaya çıkma konusunda emin olamıyordu. Kendi kendime, muhtemelen duyamayacağı bir sesle söyleniyordum.
"Hadi, hadi. Bir adım daha. Çık ortaya." Kalbim yerinden çıkacak gibiydi ve büyük ihtimalle bir haftada salgıladığımdan daha fazla adrenalin salgılıyordum.
Sonunda adım sesleri yeniden duyulmaya başladı ve karanlığın içinden bir siluet belirdi. O mesafeden net olarak seçemiyordum ama yaklaşmaya da cesaretim yoktu. Bu yüzden yapabileceğim tek şeyi yaptım ve elimdeki feneri siluete doğrulttum. Siluetin sahibi aynı anda elini yüzüne götürdü ve tok bir erkek sesi "Çek şunu yüzümden," diye bağırdı. Karanlığın içinden gelen bu ses her şeyi daha gerçek kılıyordu ve bunun şaşkınlığıyla bir an için siluetin dediğini yaparak feneri aşağı doğru indirdim. Artık ışık direk olarak yüzüne vurmuyor, bunun yerine çamurlu ve eski ayakkabılarını aydınlatıyordu ve ben hipnotize olmuş gibi o ayaklara bakıyordum.
"Sen de kimsin?" cümlesi farkında bile olmadan döküldü dudaklarımdan ve hemen ardından bakmaktan kendimi alamadığım ayaklar hareket etti. Kalbim deli gibi çarpıyor, görüntü artık bir siluet olmaktan çıkıyor, gölgelerden sıyrılıyordu. Sonunda ışığa çıktığında bakışlarımı ayaklarından çekmeyi başardım ve yavaşça aşağıdan yukarıya doğru süzdüm adamı. Daha önce sırt çantalarını incelerken rastladığım kıyafetler tanıdıktı ama yüz için aynı şeyi söyleyemiyordum.
Ben korkuyla karışık bir heyecan içinde karmakarışık görünen, koyu renk, uzun saçlarla ve uzun, pis bir sakalla çevrili yüzü çözmeye çalışırken dudaklar aralandı ve yine aynı tok ses konuştu.
"Asıl sen kimsin?"
Bu, duymayı beklediğim soru değildi. Üstelik soruyu soruş şekli, sesindeki o ukalalık, o kendinden emin tavır hoşuma gitmemişti. Ben onun kurtarıcısıyken onun minnetten uzak bir tavırla karşımda dikiliyor olması... İşte bu beklemediğim bir şeydi.
"Kim olduğumu biliyorsun." Sesim olabildiğince sert çıkmıştı. Yüzüne meydan okuyan bir ifadeyle bakıyordum. Onunsa söylediklerim karşısında tek kaşı havaya kalkmıştı. "Hadi ama. Pankart, bıraktığım not, ses kaydı... Hepsi elinde. Kim olduğumu çok iyi biliyorsun."
Bir süre sessiz kaldı. Ama çok uzun sürmedi. Sonunda fısıldar gibi döküldü adım dudaklarından.
"Kasra."
"Aynen öyle. Asıl soru senin kim olduğun."
Karşımda duran adamın yüzünden bir ifade geldi geçti hızla. Bir tereddüt ifadesiydi bu. Bir an için bile olsa gözlerinde görmüştüm o tereddüdü. Muhtemelen ortaya çıkmanın yanlış bir karar olduğunu düşünüyor, geldiği yere geri dönmek konusunda bir tereddüt içinde debeleniyordu.
Ellerini kirli ve karışık saçlarının arasından geçirirken sesli bir şekilde nefesini verdi ve o an kararını da verdiğini anladım.
"Horus. Adım Horus."
https://www.youtube.com/MerveGurbuz
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAPI (KIYAMET ÖYKÜLERİ SERİSİ 1. KİTAP)
FantasyYa size, herkese yasak olan bir şeyi keşfederseniz? Ya aşılmaması gereken sınırları aştıysanız? Ya aslında ruh eşiniz sizinle aynı dünyadan bile değilse ve ona kavuşmanızın tek yolu onun dünyasını kurtarmaktan geçiyorsa? Kasra kendisine yasak olan o...