Yeni Bir Gelecek

46 7 2
                                    

Bazı sabahlar midenizde garip bir hisle uyanırsınız. Sanki gece yatmadan önce koca bir taş parçası yutmuşsunuzdur ve sabah olduğunda hala aynı haliyle içinizde taşımaktasınızdır o taşı. Ne geri çıkarabilir, ne de sindirebilirsiniz. Bütün gün o ağırlığı taşırsınız. Gün ilerledikçe o taş, sırtınızı yarıp çıkmaya çalışan bir yaratığa dönüşür sanki. Uzmanlar buna strese bağlı mide spazmı diyorlar. Bense lanet olası ağrı diyorum. Bir şey fark ettirmiyor nasılsa.

Bütün günü böyle geçirmiştim işte. Dün geceden sonra farklı olmasını da beklemiyordum açıkçası. Bir hevesle tavan arasına gidip elimde koca bir hayal kırıklığından başka bir şey olmadan geri döndüğümde gecemin berbat geçeceğini zaten biliyordum. Eve gidip birkaç kadeh şarap içtikten sonra Satis'i aramış, olan biteni kısaca özetlemiştim. Tam olarak ne olmuştu? Ben yiyecekler ve giysilerle, bütün hafta sonu yapılmış gelecek planlarıyla oraya gitmiş ve karşılığında hala kararsız ve oldukça da isteksiz bir adam bulmuştum. Pes etmeye çok yakındım ve bu beni çıldırtıyordu çünkü bu ben değildim. Pes eden Kasra bugüne kadar karşılaşmadığım biriydi ama hayat karşınıza öyle olaylar çıkarırdı ki bazen, sonunda o ölümüne bağlı olduğunuz özgüveniniz ellerinizin arasında dağılır giderdi. Bu da o anlardan biriydi sanırım.

Sabaha kadar uyuyamamış, sızdığım kısa anlarda da sıçrayarak uyanmıştım. Sabaha karşı sonunda düşen vücudum bir iki saatlik uykudan sonra o berbat hisle, midemdeki o taşla uyanmıştı. Mesai bitmek üzereydi ve buna rağmen o taş hala orada, öylece duruyordu. Hatta sanki her dakika biraz daha büyüyor gibiydi. Biliyordum ki en fazla yarım saat sonra o taş ya un ufak olacak ve midemden çıkıp gidecekti ya da bir anda midemin alabileceğinden çok daha fazla büyüyecek ve benim sonum olacaktı. Ne olacağını anlamanın ise tek yolu vardı. Yukarı çıkmak...

Her zamankinden farklı olarak pek de hevesli olmayan, ağır adımlarla aştım çamaşırhanenin merdivenlerini. Satis kolonun arkadaşında bekliyordu yine beni. Elindeki poşeti uzattı. Rosto, patates püresi ve makarna... Soğuk, donmuş yemeğin kokusu poşetin dışına sızıyordu. Paketi alırken sesli bir şekilde iç çektim. Satis elini omzuma koydu cesaret vermek ister gibi. Buna hazır olmanın bir yolu yoktu. O yüzden bir cesaretle ona arkamı döndüm ve kapağı açan ipi çekip hızlıca yukarı tırmanıverdim.

Kaç defa aşmak zorunda kaldığımı hatırlamadığım o eşya yığını bir kez daha karşımdaydı. Bu kez ağır adımlarla, artık basmam gereken her yerini çok iyi bildiğim o yoldan ilk defa geçiyormuşçasına ilerledim. Kapının önüne geldiğimde artık alıştığım ve rahatsız dahi etmeyen o karıncalanma hissi karşısında durdum. Buraya ilk geldiğim anı düşündüm. Bu karıncalanma hissinin beni nasıl çarptığını, nasıl etkilediğini ve şoka uğrattığını... O gün acaba bugün geleceğim noktayı bir an bile aklıma getirmiş miydim? Kesinlikle hayır. Üstelik bugünü düşününce aslında pek de yol almış gibi hissetmiyordum.

Düşüncelerimden sıyrılmak ister gibi silkindim. Öyle ya da böyle, sonuç ne olursa olsun kapıyı açmak zorundaydım. Elim ağır çekimde ilerliyordu sanki ama yine de kapı koluyla parmaklarım arasındaki mesafe beklediğimden çok daha kısa sürede kapanmış gibiydi. Kapıyı araladım ve birkaç adım geri çekilip bekledim.

Herhangi bir ses, tepki yoktu. Ya da en azından Auf'lara dair bir işaret... Tekrar kapıya yaklaştım ve ayakkabımın ucuyla ittim. Tavan arası aydınlandı ve kapının tam karşısındaki kolinin üzerinde oturan Horus'u gördüm. İşte başlıyorduk.

Derin bir nefes aldım ve yüzüme sanki bana ait değilmiş gibi hissettiren bir gülümseme yerleştirdim. Çok da hızlı olmayan adımlarla ona doğru ilerledim. Her zaman oturduğu kolide oturuyordu ve tam karşısında da her zaman oturduğum koli duruyordu. Dizlerim beni daha fazla taşımayacakmış gibi hissediyordum zaten, o yüzden tereddüt etmeden oturdum.

KAPI (KIYAMET ÖYKÜLERİ SERİSİ 1. KİTAP)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin