"Bu çalışma saatlerimin ihlaline giriyor, biliyorsun değil mi?"
Ofisimin kapısını dahi çalmadan içeri dalan İsis'i gördüğümde dudaklarımdan dökülen kelimeler tam olarak bunlardı. Bütün hafta sonu boyunca bana huzur vermeyen İsis'e karşı kullanabileceğim bir kozum yoktu. Bu yüzden de mesai saatlerimde dahi beni rahat bırakmayan sevgili arkadaşıma karşı kullanabileceğim tek bahanem buydu.
Tabii İsis'in bu durumu için suçlayabileceğim tek kişi annemdi. Cumartesi akşamı Buto gittikten bir süre sonra annem aramıştı. Sanırım zayıf bir anımda ona koşmuş olmamı aramızdaki problemlerin ortadan kalktığına yormuş ve beni istediği zaman arayabileceğini düşünmüştü. Ama yanılıyordu. Muhtemelen uzun uzun çalan telefona cevap vermediğimde bunu kendisi de anlamıştı. Yine de bu, pes etmesini sağlamamıştı.
Bunu da Pazar sabahı, benim için çok erken denebilecek bir saatte kapımın önünde beliren İsis sayesinde anlamıştım. Elinde sıcak çöreklerle sabahın köründe damlamış, her zamanki o sabırsızlığını saklamaya gerek dahi görmeden içeri girip kendini koltuğa bırakır bırakmaz "Neler oluyor, anlat bakalım," demişti.
Anlaşıldığı üzere annem onu aramış, ona gelişimi ve perişan halimi anlatmıştı. Telefonuna cevap vermiyor oluşum onu durdurmamış, neler olduğunu öğrenmek için de İsis'i peşime salmıştı. Onun da neler olup bittiğini öğrenmeden gitmeye niyeti yoktu.
Son zamanlarda yalana çok fazla başvuruyordum. Bu durum hiç hoşuma gitmiyordu ama İsis'e de yalan söylemek zorundaydım. Aynı Satis'e ve Buto'ya söylediğim gibi...
Bu yüzden ona Heset'le karşılaştığımı söyledim. Bu ismi duymak bile gözlerinin yerinden fırlamasına sebep olmuş, heyecanla beni dinlemeye başlamıştı. Eski sevgililer ile ilgili yapılan konuşmalar onu en çok heyecanlandıran konulardan biriydi. Ona Sanofi'den dönerken benzin istasyonuna uğradığımı, istasyonda Heset ve Min'i gördüğümü, hala birlikte olmalarının beni sarstığını, ikisinin de birbirlerinden gözlerini ayıramadığını ve benim farkıma bile varmadıklarını söylemiştim. Olayı yeterince dramatize edince, beni darmadağın hale getiren şeyin bu olduğuna inanmıştı. Muhtemelen dairemden ayrıldıktan sonra da annemi arayarak durumu anlatmıştı. Buna rağmen bugün yine burada, başımdaydı işte.
"Ben müdürün kızıyım. Benim yaptığım hiçbir şey ihlal sayılmaz."
Müdürün kızı... İsis'in kendini Vosret'in kızı olarak görmesini anlayamıyordum. Onun üvey kızı olduğunu bilmediğinden değildi elbette. Babası Vosret'le evlendiğinde İsis on bir yaşındaydı. Yani her şeyin farkında olduğu bir yaşta... Onun üvey annesi olduğunu biliyordu ama buna rağmen ona karşı üvey annesiymiş gibi davranmazdı. Bunun sebebini hiçbir zaman anlayamamıştım.
Vosret'i gerçekten seviyor, ona saygı duyuyordu. Ona baktığında gözlerinden ona duyduğu hayranlığı okuyabilirdiniz. Sanki Vosret onun idolüydü. Onu gözünde ilahlaştırmıştı ve tek istediği büyüdüğünde Vosret gibi biri olmaktı. On yedi yaşına geldiğinde bu ilahlaştırma evresi sona ermişti çünkü o noktadan sonra yıllar İsis'e bir şeyler verirken Vosret'ten de aynı oranda götürmüştü. İsis artık onda idolleştirilecek pek bir şey göremiyordu sanırım. Buna rağmen ona hissettiği sevgi ve saygı ilk günkü kadar yoğundu. Daha önce de dediğim gibi buna hiçbir zaman anlam verememiştim.
Vosret her zaman ciddi, sorumluluk sahibi, hatta çoğu zaman diktatörce tavırlar sergileyen biri olmuştu. O yaşıma rağmen çoğu zaman bir şeylere, belki de hayata dair bir kızgınlığı olduğunu ve acısını çevresindekilerden çıkardığını düşünürdüm. Acısını çıkardığı kişi de çoğu zaman İsis olurdu. Elbette ona karşı hiçbir zaman zalimce bir tavır içerisine girdiğini görmemiştim ama on bir yaşında bir çocuğun sahip olması gereken özgürlüklere asla sahip olamamıştı İsis.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAPI (KIYAMET ÖYKÜLERİ SERİSİ 1. KİTAP)
FantasiYa size, herkese yasak olan bir şeyi keşfederseniz? Ya aşılmaması gereken sınırları aştıysanız? Ya aslında ruh eşiniz sizinle aynı dünyadan bile değilse ve ona kavuşmanızın tek yolu onun dünyasını kurtarmaktan geçiyorsa? Kasra kendisine yasak olan o...