Ne yapmam gerektiğinden emin olamadım. Neyden bahsettiğine dair bir fikrim yokmuş gibi mi davranmalıydım yoksa sessiz kalıp zora koşmadan kabul mu etmeliydim. Selim'i yeterince tanımıyordum ve sırrımı tutar mıydı, bilmiyordum. Savaş'tan yardım istersem onun sırrımı tuttuğundan emin olurdu ama Başkan bunu öğrendiğinde şansımı zaten yeterince zorladığım için deliye dönecekti.
Sanki attığım her adımda sarmaşıklara dolanıyordum ve son zamanlarda artık bu sarmaşıklardan kurtulamayacakmışım gibi hissetmeye başlamıştım. Her şey çok kadar karmaşık bir hal almıştı ve ben kendimde bu karmaşıklığı çözebilecek gücü bulabilir miydim, bilemiyordum. Üzerime çöken karamsarlık tam şu anda vazgeçip Başkan'ın istediği gibi görevden çekilmemi fısıldıyordu kulağıma.
Selim'in zaten bildiği gerçeği inkar etmemeye karar verdim. İnkarın bir yararı olacağını sanmıyordum. "Bu kadar kolay anlaşılıyor mu?" Bu soru aslında kendimeydi. Yiğit de anlamış mıydı ben olduğumu ya da Ayaz da biliyor muydu? Kendimden bu kadar emin hareket ederken kaç kez insanlar bendeki çelişkilerin farkına varıp sessiz kalmıştı?
Selim'in varlığını bir süreliğine unuttum ve aklımda son üç yılda bu görev boyunca yaptıklarımı canlandırmaya çalıştım. Sandığım kadar iyi gizlenemiyor, yalan söyleyemiyor ve duygularımı gizleyemiyorsam eğer, bu ana kadar gelmeyi nasıl başarmıştım?
Hayır, başka kimsenin bilmesine, anlamasına imkan yoktu. Selim'in hangi açığımı yakalayıp ben olduğumu anladığını öğrenmeli ve bu açığı kapatmalıydım. Bu görev benim istediğim şekilde son bulana kadar devam etmeliydi.
Selim'in elini yüzüme yaklaştırıp sallaması ile kendime geldim ve ona baktım. "Daldın gittin Cankız. İyi misin?" Ona doğru eğildim ve sesimi kısarak konuştum. "Camın diğer tarafında kimse yok, değil mi?" Başını sallayarak onayladı. Yine de sesimi kısık tutarak konuşmaya devam ettim. "Selim, bu sırrı tutabilir misin? Her şey benim kimliğimin gizliliğine bağlı."
"Cankız, asla senin hayatını ve görevini tehlikeye atacak bir şey yapmam." Selim'in yüzünü inceledim. Gözlerindeki samimi ifade ona güvenebileceğimi, hiç düşünmeden ona canımı emanet edebileceğimi söylüyordu. Uzanıp masanın üzerindeki elini tuttum. "Sana güveniyorum." Elimi tutup sıktı ve dudaklarının kenarı hafifçe kıvrıldı.
Hissettiğim güvene rağmen onu uyarma ihtiyacı hissederek konuştum. "Yine de Selim, benim yanımdayken davranışlarına dikkat etmelisin. Cankız ile yakın olabilirsin ama Yeşim'e soğuk davranman gerekiyor. Tim arkadaşların bir anda bana karşı değişen tavırların yüzünden şüphelenebilirler."
"Sık sık bir araya geleceğimizi sanmıyorum ama senin yanındayken dikkatli olurum, endişelenme." Geriye doğru çekilmek üzereyken durdu ve tek kaşını kaldırarak sordu. "Çelebi de bizim Huysuz, değil mi?" Güldüm ve konuştum. "Bunu bildiğini sakın ona çaktırma. Zaten bu tutuklanma olayı yüzünden bana yeterince kızgın olmalı." Kıkırdadı ve haylaz bir bakışla sordu. "Çaktırmasam ama biraz uğraşsam olur mu?" Kafamı iki yana salladım. "Hayır, Selim. Sakın."
Oyuncağı elinden alınmış bir çocuk ifadesi ile arkasına yaslandı ve kollarını göğsünde bağladı. "Tamam ya, uğraşmam onunla." Koskoca adamın bu halleri bir süreliğine tüm dertlerimi unutmamı sağladı. Görevim sona erdiğinde Selim ile bol bol zaman geçirmeyi şimdiden aklıma koymuştum. Onunla gülüp eğlenebileceğimden, onunlayken hep iyi bir ruh halinde olacağımdan emindim. O belki de bunca zamandır ihtiyaç duyduğum deli dolu arkadaş olabilirdi.
"Selim?" Sorar ifadem ile bakışları bana döndü. Aklımdakileri dile getirmem ve endişelerimden sıyrılmam gerekiyordu. "Sadece sen değil, tim arkadaşların da senin gibi benim sesimi, beni hem dost hem de düşman bilirken duydu. İçlerinden bir tek senin anlamış olman mantıklı değil. Sen nasıl anladın?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SESSİZ SİPER #düzenleniyor#
AcciónYeşim köstebekti. Ona en çok güvenen adamın, Mehmet Bey'in aradığı kişiydi, düşmanıydı. Yüzbaşı Yiğit ise hiç güvenmediği bu kadının onu her seferinde kurtaran kişi olduğundan bir haberdi.