14. Bölüm

72 4 1
                                    

Okul bitikten sonra Ediz'i zar zor göndererek çalıştığım kafeye geldim. Akşam geç saatlere kadar burada çalışıp bu kadar az kazanmak hoşuma gitmesede şu anda bu durumdan iyi bir seçeceğimin olmadığını düşünüyorum. "Bunları masa 8'e götür." dedi Pelin abla. Ben gelmeden önce burada çalışan tek garsonmuş. Benim gelmeme en çok o sevindi. Kötü birisi değil ama beni sürekli ezmeye çalışıyor. "Peki abla." dedim ve masadaki tepsiyi alıp oradan uzaklaştım.

"Cheesecake kimindi?" dedim benden bir ya da iki yaş küçük oğlanlara bakarak. Birisi elini kaldırınca tabağı önüne koydum. Tepsideki her şeyi yerleştirdikten sonra afiyet olsun diyip gittim. Garson olmanın en kötü yani saygısız insanlar. Herkes gibi biz garsonlarda insanız ve hatalarımız olabilir. Sırf size hizmet ediyorlar diye işini yapan insanlara saygısızca davranmak bemim gözünde aptallıktan ibaret.

Boşalan masaları temizlerken dükkana iki kişi girdi. "Ayda, neden mutsuzsun güzelim bak canın kek istedi diye kafeye bile geldik." dedi oğlan yanındaki kıza üzgünce bakarken. "Rüyamda beni aldatmıştın Yalım. Bana bunu nasıl yaparsın!" dedi kız dramatik bir biçimde. Oğlan kıza güldü ve kızın saçlarını okşadı. Ardından kızın saçlarına bir öpücük bırakıp kızla bir masaya geçtiler. Onların bu tatlı haline gülümsedim ve siparişlerini almak için yanlarına gittim.

"Hazırsanız siparişinizi alabilirim." dedim güler yüzle. Kız bana gülümsedi oğlan ise bir kıza bir bana baktı ardından kaşlarını çattı. "Ben bir çikolatalı pasta ile limonata alacağım o da meyveli pasta ile sade soda alacak." dedi kız hızlı hızlı. "Hemen geliyor." dedim ve yanlarından uzaklaştım. Ben gittikten sonra kız oğlana büyük bir hevesle bir şeyler anlatmaya başladı. Onları böyle görümce Alper geldi aklıma. Belki bizde böyle olurduk. Gerçi kimi kandırıyorum Alper bana arkadaş gözüyle bile bakmıyor benden mi hoşlanacak.

Saat geç olmuştu ve benim mesaim yaklaşık on beş dakikaya bitiyordu. Bir tek yerleri paspaslama işi kalmıştı sonra çıkacaktım. Ağır kovayı taşırken hızlı hızlı yerleri paspasladım. İşimi hızlıca bitirip soyunma odasına gidip üzerimi değiştirdim ve dükkanı kilitleyecek olan Pekin ablaya haber verip işten çıktım. Saatime baktığımda otobüsün bir kaç dakika içerisinde geleceğini gördüğümde koşar adımlarla durağa doğru yürümeye başladım.

Durağa vardığımda otobüsün çoktan gittiğini görünce aptal gibi otobüsün arkasından koşamaya çalıştım fakat durmadı. Şansıma küfür ettikten sonra kenardaki banka oturup soluklandım. Bir sonraki otobüs seferi yarım saat sonraydı ve yarım saat bekleyelim hiç yok. Mutsuzca yolu izlemeye başladım.

Bir süre yolu izledikten sonra bir motor durağa yaklaştı. Kasklı biri motoru bana iyice yaklaştırdı ve kaskı çıkardı. Bir dakika bu kaybolduğunda bana yardımcı olan abiydi sanırım adı Çakır'dı. "Bu iki oldu bak." dedi alayla. "Öyle oldu." dedim mahcubiyetle. "Nere gidecen? Ben bırakırım seni." dedi. Türkçe'si çok düzgün değildi ama anlaşılıyordu. "Zahmet olmasın." dedim hızlıca. "Ne zahmeti. Bizde kimse yolda bırakılmaz şimdi bin arkaya ve bana yolu tarif et." dedi ve bana kendi kaskını uzattı. İlk başta almak istemesemde kaskı zorla elime tutuşturunca kafama taktım. Motorun arkasına bindim ve ona yolu tarif ettim.

"Bu arada sen kaç yaşındasın?" dedi Çakır bana. "Yakında 17 olacağım sen?" dedim merakla. "Sen nerde okuyon?" dedi sorumu görmezden gelerek. "Hani Atatürk heykelinin orada bir park var ya onun çaprazından gittiğinde karşına çıkan sokağın sonundaki okul." dedim. "Benim arkadaşın kardeşide orda okuyo yaşıt senle." dedi. "Adını biliyor musun?" dedim merakla. "Oğuz, okul birincisi mi neymiş sürekli böbürleniyo piç." dedi kaşlarını çatarak. "Evet onu tanıyorum." dedim rahatsızlar kıpırdanarak. "Seni rahatsız mı ediyo o piç?" dedi. "Beni pek sevmiyor bölüm birincisi olmasının tek sebebi benim başka bölüme gitmem ikinci dönemde sınavlar tekrarlandığından onun yerini alma olasılığım onu korkutuyor ve benim açığımı bulmaya çalışıyor." dedim durumu özetleyerek. "Bi problem olursa bana söyle hallederim." dedi Babacan bir tavırla.

"Burası!" dedim yeni evimin önüne geldiğimizde. "Tekrardan teşekkür ederim. Bu arada telefon numaranı alabilir miyim?" dedim. "Telefonunu ver." dedi, telefonumu ona uzattım ve kendi numarasını taşlamasını izledim. "Bu arada soruma önceden cevap vermedin, kaç yaşındasın?" bana baktı ve "27." dedi. "Sana abi dememde bir sakınca var mı?" diye sordum hem yaştan dolayı hem de tavırlarından dolayı Çakır tam bir abiydi. "Sen bilirsin. Hadi ben gidiyorum hayırlı akşamlar." dedi ve motoruyla uzaklaştı. O gittikten sonra siteye girdim.

Sitenin içinde yavaş yavaş yürürken başım ağrıyordu. Bir an önce eve gidip uyumak istiyordum. Hava soğuktu o yüzden üşüyordum. Acaba sonraki gün daha iyi olur muydum? Büyük apartmanın önüne geldim ve kapıyı ittirdim. Asansöre bindim ve  evin olduğu kata bastım. Asansörün kapısı açıldığında asansörden çıktım ve bir süre zile kapının önünde durdum ardından çantamdan anahtarımı çıkardım ve kapıyı açtım. Ayakkabılarımı çıkarıp ayakkabılığa koydum ve olabildiğince sessizce odama geçmeye çalıştım. "Tuna?" birisinin bana seslendiğini duyunca arkama döndüm ve bana sinir ve endişeyle bakan Sedef hanımı gördüm. "Neredeydin sen? Ne kadar endişelendim biliyor musun?" beni azarlaması beni şaşırttı. Eski evime hiç gelmediğim zamanlar oluyordu ama annem beni bu konuda hiç azarlamamıştı.

"Şey çalışıyordum." neden gerçeği söylemiştim bilmiyorum. Sedef hanım cevabıma şaşırmıştı ve üzülmüştü "Sen daha küçücüksün ne çalışması oğlum?" dedi hayretle. Utançla yere baktım "Utanması gereken sen değilsin. Seni bu duruma düşürenler utansın. Senden bir tek şey isteyeceğim. Sana oğlum derken laf olsun diye demiyorum artık annen benim eğer sende istersen bana anne diyebilirsin. Annen olarak senin bu yaşta çalışmanı istemiyorum Tuna. Lütfen beni üzme." dedi Sedef hanım, hayır annem. Anneme baktım, ağlıyordu "Ağlama anne." dedim titrek bir sesle.

Benim sözlerimle ağlaması arttı ve bana sarıldı. "Oğlum." dedi ve saçlarımı okşadı. "Sana çorba hazırlamıştım. Gel otur ben onu ısıtayım." dedi. Elimden tutup beni mutfağa getirdi ve sandalyeye oturttu. Çorbayı ısıtırken sohbet ettik. Tavuk suyu çorbası yapmıştı. Tadı gerçekten çok güzeldi hatta hattım boyunca içtiğim en güzel çorbaydı. Uzun zaman sonra anne elinden sıcak bir çorba içmek ister istemez gözlerimi dolduruyordu.

Küçük Tuna sonunda sevinebilirdi. Artık onunda bir annesi var çünkü. Artık yalnız değil.

Çorbamı içtikten sonra annem bana nane limon kaynattı. Nane limonu içtikten sonda biraz oturma odasında oturup diğerleriyle konuştum. Ediz çalışmaya gittiğimi öğrenince bana çok kızdı ve beni bir daha yalnız bırakmayacağını söyledi. Biraz vakit öldürdükten sonra odama çekildim. Odama gitmeden önce annem elime birkaç ilaç tutuşturdu ve bir sürahi ve bardak verdi. "Gece sana bakmaya geleceğim ama şimdi bunları içmen gerek. Sürahiyide gece uyanırsın diye verdim." dedi ve beni odama gönderdi. İlaçları içtikten sonra yatağıma girdim ve kısa bir süre içerisinde uykuya daldım.

Gözlerimi açtım. Sarı bir odanın içindeyim. Yattığım yerden kalktım ve odanın içini gezmeye başladım. Bir masanın üzerinde kırmızı bir kitap vardı. Kitabı açtık ve boş sayfaları çevirdim. Kitabın içi komple boş görünüyordu. Kitabı tam bırakacakken büyük harflerle "UNUTMA." yazıyordu. Bir sonraki sayfaya geçtim bu sayfada ise "SANA YAPILANLARI UNUTMA." kitaba bakmak istemiyordum ama ellerim benden bağımsız hareket ediyordu. "BANA YAPILANLARI UNUTMA" yazıyordu. O sırada aklıma o geldi. Adal...

Sarışın oğlan bxbHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin