Şüphe

172 29 3
                                    

Bir Cumartesi günü; okulsuz, ödevsiz, dertsiz... Stressiz bir gün. Cumartesi'yi, hafta içine en uzak hafta sonu günü olduğundan hep ayrı sevmişimdir.

Gözlerimi ovuşturup saate baktığımda 10'u 5 geçtiğini gördüm.
Başucumdaki su şişesine uzanıp bir yudum aldım. Camı açtım. Dünden kalan serin havanın içeri dolmasına izin verdim. Sonra yatağımda doğrularak telefonumu elime aldım ve bildirimlere bakmaya başladım.

Yaklaşık 10 dakika sonra aklıma Peter'ın içeride, salonda yattığı geldi. Onu tamamen unutmuştum!

Üstümü başımı düzeltip, yüzümü yıkadıktan sonra salona yöneldim. O da çoktan uyanmış, elindeki minik bir şişeye bakıyordu. Geldiğimin farkına bile varmadan, yanına kadar ulaştım.

"Günaydın." dedim yakınındaki diğer koltuğa oturup.

"Ah, uyandın mı?" dedi bana dönerek. "Sana 'günaydın'. Ben uyumamıştım."

"Uyku mu tutmadı?" Keşke ona kendi yatağımı verseydim.

"Hayır. Güneşin doğuşunu izlemek istedim." Gülümsedi.

"Haber verseydin ya, beraber izlerdik."

"Hiç aklıma gelmemişti, sana borcum olsun. Bir gün beraber izleriz..." dedi ve tekrar elindeki küçük şişeye döndü. Şişe parlaktı, belki de değerli bir madenden yapılmıştı ve içindeki sıvısı açık maviydi. Bir bayana yakışır türdendi. Oldukça hoştu. "Bizim evrenimizde Güneş yok."

"Ne? Nasıl aydınlanıyorsunuz?"

"Gece ve gündüz Ay doğuyor. Sizdeki Ay'a çok benzer fakat bizimkisi gündüzleri beyaz, geceleri sarı görünür ve gece daha az parlaktır."

"İlginçmiş..." dedim dudaklarımı büzüp kafamı sallayarak. Ben de Güneş yerine Ay'ı tercih ederdim sanırım. Daha güzel görünürdü...
Peter'ın söyledikleri hayal gücümü oldukça zorlayan şeylerdi. Ona nasıl inanabildiğim konusunda kendimi suçlamaya her zaman devam edecektim. Yani, yeni tanışmamıza rağmen şimdiden evimizde kalıyordu, beni akıl almaz şeylere inandırıyordu ve "mantık" sözcüğü bana çok uzak olan bir akrabamdan farksızdı. İnanıyor muydum? Ona sorular sormak, hataya düşmesini sağlamıyor ancak benim kafamı sürekli daha çok ve daha çok karıştırmaya yarıyordu. Belki de daha basit düşünmeyi denemeliydim."O şişe nedir? İlk defa görüyorum."

"Ha bu... Bu Ebeveyn 1'imin parfümü. Onu özlersem diye almıştım. Cebimde olduğundan görmemişsindir." Şişeyi tekrar cebine koydu.

"Kokusunu yanında getirdin yani?"

"Evet. Onu şimdiden özlüyorum."

"Geri dönmeyi istemeyeceğini sanıyordum?" AH! İŞTE BİR AÇIĞINI YAKALADIM.

"Geri dönmeyi isteyeceğim bir hayatım yok dedim, o hayatta sevdiğim kimse yok demedim."

Lanet olsun.

***

Annemin yokluğundan beri sürdürdüğüm geleneğimi bozmayarak kahvaltıyı yine yalnız ettim. Peter ruh formunda olduğu için neredeyse hiç acıkmıyordu. Tuvalet ihtiyacı da yoktu... Tek yaptığı şey her an etrafımda olmaktı. Bazen, suratıma derin derin bakarken onu yakalıyordum.  Düşüncelerimi okumaya çalışıyor gibime geliyordu ama bu fikir beni rahatsız ettiğinden, 'bana hayran, o yüzden bakıyor' diye kendimi düzeltiyordum. Sonra ona gergin gergin gülümsüyordum... Bu duruma ne zaman alışacağımı hala bilmiyorum.
Keşke bana bir arkadaş gibi olabilseydi... O zaman her şey bu kadar garip olmazdı.

Kahvaltımı bitirirken saat 11'e geliyordu.
Telefonum çaldı. Her gün olduğu gibi yine annem arıyordu.

"Günaydın canım."

"Günaydın anne."

"Kahvaltını ettin mi?"

"Evet."

"Ne yedin?" Güzel soru.

"Menemen, kahvaltılık, ekmek..." Aslında yediğim şey sadece bir tost ve bir bardak süttü. Sabahları iyi bir kahvaltı hazırlayacak gücü kendimde hiç bulamıyordum -üstelikle de tek başımayken. Annemin orada hiç derdi yokmuş gibi bir de ben buradan onu rahatsız etmek istemedim, o yüzden söylemedim. "Siz neler yaptınız?"

"Biz de iyiyiz işte n'olsun. Deden bugün biraz daha iyi, eve çıkabilirmiş! Yarın onu eve götüreceğiz." Arkadan tabak çanak sesleri geliyordu.

"Gelmen yakın o zaman." Mutlu olmuştum.

"Yok... Eve çıkınca gelen giden misafir olur. Birkaç gün daha buralarda olmam lazım yardım etmek için, annecim. Maalesef."

"Ah, peki."

"Hadi ben seni sonra ararım. Kendine iyi bak." dedi sondaki a'yı uzatarak.

"Sen de." Ve telefon kapandı.

Düşündüm de, annem şimdi bir ev arkadaşım olduğunu öğrense çıldırırdı. Her zaman beni korumaya çalışıyordu. Bazen çok fazla abartıyordu, evet, ama şu durumda Peter'ı öğrense vereceği hiçbir tepkiye abartı diyemezdim. Neyse ki böyle bir şey olmayacaktı.

Odama gidip etrafı toplamaya başladım. Günlük işlerimi yerine getiriyordum. Kitaplarımı raflara dizdim, işim olanları masada bıraktım. Yatağımı düzelttim... Peter da odama gelip tüm bu süre boyunca beni izledi. Onu görmemezlikten gelemiyordum; birinin sürekli sizi izlemesi bir süre sonra sinir bozucu olmaya başlıyordu. Dikkatimi başka bir şeye vermek için masama oturup bilgisayarımı açtım. Çizimlik resimleri kaydettiğim klasörümden bir kedi resmi seçtim ve kalemlerimi çıkarıp resme başladım.

Bir süre sonra, "Telefonuna bakabilir miyim Lucy?" diye sordu Peter. Masanın ucunda oturup uzun bir süre beni izlemişti ve sanırım canı sıkılmaya başlıyordu.
Normalde insanların telefonumu karıştırmasından nefret ederdim ama o bir safirdi; ayrıca zaten hakkımdaki çoğu şeyi bildiğine de şüphem yoktu. Neyi gizleyecektim.

"Tabii." dedim sarı kapaklı telefonu ona uzatırken.


...Akşama dek resim yapmaya devam ettim. Ara sıra gidip kendime sandviçler hazırladım ve makarna yaptım. Peter hiç yiyecek istemedi. Yalnızca bana dünkü içecekten tekrar yapıp yapamayacağımı sorduğunda ona şekerli kahve hazırlamıştım.

Telefonumu geri verince kitaplığıma yöneldi, uzun incelemelerin ardından birini aldı ve yatana kadar okudu. Ben de resmimi tamamlayamadan uyuyakalmıştım.


Not: Lütfen oylamayı ve eleştirmeyi unutmayın!^^

Paralel Evren (Askıda)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin