Misafir

363 36 6
                                    

Birkaç gündür olduğu gibi yine evde yalnızdım. Dedem hastalandığından ve annemin yardımına muhtaç kaldığından beri, yani neredeyse 2 haftadır, kendi kendime yaşıyordum. Ve de annemin yakında geri dönmesini umut ederek bekliyordum.

Servisten inince çantamdan anahtarımı alıp dış kapıyı açtım. Şu günlerdeki en büyük mutluluğumu yaşayarak, zaten 0'da beni bekleyen asansöre bindim ve kendi katımıza çıktım. Eve girdim, makarnamı yapıp yedim. Daha sonra genel alışkanlığım olan okul sonrası uykumu almak için yatağıma uzandım.

Sınavlardan kaynaklanan yorgunluk etkisini göstererek beni kısa süre içinde uykuya sürüklüyordu.


***


Zilimizi taciz eden bir insan sayesinde açtım gözlerimi. Aslında ilk başlarda ya görevli ya komşumuzdur diye düşünüp kalkmamıştım, ancak 5. çalıştan sonra zahmet etmeye karar verdim. Acaba deprem oluyordu da mı farketmemiştim? Telefonuma baktığımda cevapsız çağrı da yoktu, bu yandan uyandırılmaya çalışılmamıştım.

Altıma düzgün bir şeyler giyip tişörtümü düzelttim. Kapıya giden yolda saçlarımı topladım. "Geliyorum," her kim ise evde olduğumu bilmese bu kadar çalmazdı.

Kapıyı açmadan delikten baktığımda, benim yaşlarımda tanımadığım bir çocuğu gördüm. Zararsız olduğunu düşünerek "kim o" demeden kapıyı araladım.

"Kime bakmıştın?" dedim bu yabancıya.

Bana konuşmayı bilmediğini düşündürecek kadar uzun bir süre hiçbir şey demedikten sonra şunları söyledi; "SEN BENİM EN SEVDİĞİM KİTAP KARAKTERİSİN. HİKAYENİN SONUNUN NASIL BİTTİĞİNİ BİLİYORUM VE BUNU DEĞİŞTİRMEK İSTİYORUM."

Kapıyı suratına kapattım.


Bu da neydi? Bir gün içinde okuldaki geri zekalılarla uğraşmanın benim için yeterli olduğunu sanıyordum. Şimdi bir de kapıma dayanmış bir tanesi var.

Ne yapacağımı bilemedim ama o ismimi seslenmeden önceki planım sadece kapının arkasında durup gitmesini beklemekti. "Lucy?"

"İsmimi nereden biliyorsun?!"

"Sana daha fazlasını da bildiğimi söyledim! Sen benim en sevdiğim kitap karakterisin!"

"Ah, ve sen de pinokyo musun?" Ne çeşit bir saçmalıktı bu?

"Hayır," dedi. "Lütfen kapıyı aç ki sana anlatabileyim."

"Sana kapıyı açmam için mantıklı bir neden söyle, çünkü şuan tam bir paranoyak olduğunu sanıyorum."

"Seni tanıyorum. Eminim ki şuan dediklerim çok mantıksız geliyor.. ama kapıyı açmadığın takdirde bu dediklerimi yarın geceye kadar aklında düşünüp duracaksın. İşte sana bir neden." doğruydu, merak ediyordum. Ama ne olursa olsun o bir yabancıydı ve evde kimse yokken onu içeri almam doğru olmazdı. Ben de pek doğru şeyleri yapmazdım zaten.

"Gel," kapıyı açtım. "Ama telefonum açık kalacak ve her an polisi arayabilirim." diye tamamladım tek kaşımı kaldırarak. Bana sadece gülümsedi.

Kıyafetleri değişikti. Eski koyu yeşil bir tişört ve siyah bir altı vardı; garip olanı, pijama gibi duruyorlardı.

Onu mutfaktaki sandalyelerden birine yönlendirdim ve ben de karşısındakine oturdum. Orada durup bir süre etrafına bakmaya devam etti ama ben daha fazla bu sinir bozucu sessizliğe dayanamadım. "Uykumu bölen saçmalıklarına yapacağın mantıklı açıklamanı bekliyorum."

"Mantıklı kısmını çıkarırsak güzel bir açıklamam var aslında." dedi eliyle saçlarını karıştırıp.

"Önemli olan bana mantıklı gelip gelmemesi, başla."

Sonra bana buraya geliş hikayesini anlatmaya başladı... Aslında hala benim de gerçek olmadığımı ve rüya görüyor olabileceğini düşündüğünü söyledi. Ne derece güvenli olduğunu bilmediği bir seyahat yapmıştı anladığım kadarıyla. Kitaptan bahsetti. Yaşanılanları, düşüncelerimi bildiğini anlattı. Bunların hepsi bana oldukça saçma gelmesine rağmen, nedense ona bakınca dediklerinden şüphelenmiyordum. Ve bir an için gerçek olduğunu varsayarak, sorular sormaya başladım.

"Fakat hala anlamadığım bir şey var... Hayatım bir kitap olsa bile biri beni bu kadar neden sevsin ki, anlayamıyorum." dedim. Tam olarak düşündüğüm buydu.

"Düşüncelerini seviyorum." dedi bana samimi gelen bir biçimde... Neden bana samimi gelmişti ki? Bana samimi gelmemeliydi. Bunu kendime hatırlatıp telefonumu daha sıkı kavradım. "Şey, biraz su verebilir misin?" diye rica etti tebessümü yüzünden silinirken.

Kalkıp ona bir bardak suyunu verdim. "Al."

"Acaba bana su bardağını biraz tarif eder misin?" Ne?

"Kör müsün?"

"Hayır, hayal ediyorum."

"Anlamadım."

"Buraya kadar hayal ederek geldim. Evini, çevresini, kapınızı, zilinizi. Ve seni. Sonra sen geldin. Bilmiyorum şu aynaya bakınca ne görüyorsun -orda ayna var mı onu bile bilmiyorum. Ama ben seni şuan kendi hayal ettiğim gibi görüyorum, bunu biliyorum. Hayal etmezsem bardağı göremem o yüzden nasıl bir şey olduğunu söyle ki gözümde canlansın."

Açıkçası söylediklerini düşünmeye üşenip dediğini yapmaya karar verdim çünkü zaten yeni uykudan uyandığım için oldukça sersemdim. "Eee, alt kısmı biraz daha tombik ve çiçekli bir bardak. Çiçeklerinde renk yok sadece oraya kazınmışlar." Daha fazla söyleyecek bir şey bulmaya çalıştım. "Ve oldukça çirkinler."

"Bu aynı senin ağzından başka bir kitap okumak gibi; betimlemelerini seviyorum. Alabilirim, çok teşekkürler." dedi ve içti. "Çiçekleri sevmiyorsun."

"Pa-"

"Papatyalar hariç. Orta kısmı sana güneşi ve beyaz yaprakları ise ona tutturulmuş parça parça bulutları anımsatıyor."

"Vay canına. Etkilendim." dedim tezgaha bardağı bırakmaya dönerken. Sonra eski yerime tekrar yerleştim. "Bana kendinden bahsetmedin."

"Adım Peter Frost. Ama genelde "Petty" diye kısaltılıyor...Kısalmıyor bile!" dedi birden kızıp. "Bana tercih hakkı verselerdi kısaltılmışını kullanmalarını istemezdim. Ve kullanacak olurlarsa onlara jilet yedirirdim."

"O da iyi bir fikir ama ben olsam yanardağa atardım." dedim ve ikimiz de gülmeye başladık. "Kaç yaşındasın Peter?"

"Bizdeki yaş hesaplaması sizinkinden oldukça farklı ama senden en fazla 2 yaş büyüğümdür." dedi.

"Peki...Burada ne kadar kalacaksın?" diye sordum. Telefonumu farkında olmadan tezgaha bırakmış olduğumu görmeden önce, onu elimde bulamadım.

"Geri gitmeyi isteyeceğim bir hayatım yoktu." dedi omuz silkerek.


Paralel Evren (Askıda)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin