Buz

83 22 0
                                    

Okulda geri zekalı olarak görmediğim tek bir insan var.

Ona "özel biri" diyebilirsiniz, ya da benim için "farklı".

Ama ben ona "Buz" diyorum. Onu benzetebileceğim tek şey, tanımlayabileceğim en güzel kelime bu çünkü. O gizemli veya merak uyandırıcı biri değil. Ama o soğuk. Gözlerinin ardını göremeyeceğiniz kadar kapanık. O etraftaki herkes kadar yılışık ve samimi değil, ama çok güzel gülüyor. Nasıl bir buza bakıp arkasını göremiyorsanız, ona bakınca da arkadaki hiçbir şeyi göremiyorsunuz. Arkanızda kalan, dünyanın tüm pisliklerini ve acımasızlıklarını göremiyorsunuz. Her şey geride kalıyor.

Onun donuk, maviden griye kaçan renkte gözleri var. Okul fazla büyük olmamasına rağmen, ben çok nadir sınıfımdan ayrıldığım için karşılaşmalarımızda sadece 2-3 kez gözlerine bakabildim. Saliselik göz göze gelmelerdi bunlar. Anlamsızlardı. Ama ben o anlarda, nedense bir farklılık sezdim. Genelde insanların gözlerinin içine baktığınızda onlar hakkında fikir sahibi olur ya da en azından o anlık hislerini anlardınız. O çocukta bu anlaşılmıyordu. Bulanıktı, donuktu. Ölü gibi değildi, böyle etrafta ruh gibi dolaşan tiplerden olsaydı zaten ilgimi çekmezdi... O farklıydı ve nedenini kendime bile açıklayamıyordum.

Onu seviyor muydum?
Hayır.

Onunla ilgileniyor muydum?
Evet.

Ona değer veriyor muydum?
Belki.

O an, o odaya girince kollarımdaki kanın çekildiğini hissettim. Odada ben, Meymenetsiz, bir öğretmen ve yanında arkadaşı olduğunu düşündüğüm 2 kişiyle beraber o vardı. Ama ben diğer her şeyi bulanık, sadece onu net görüyordum...

Telefondan gelen sesle kendime geldim. "Alo?" dedi, trafikte olduğu belli olan birisi, babamdı bu. Kendime kimi aradığımı ve neden aradığımı hatırlatmam gerekti. Sonra sesimi amacıma uygun şekilde ayarladım.

"Baba, benim." Buz'un dikkatimi dağıtmasını engellemek için onlara arkamı döndüm ve önümdeki camdan caddede otobüs bekleyen insanlara bakmaya çalıştım.

"Bu kimin telefonu?"

"Okuldan arıyorum baba, biliyorsun kendi telefonlarımızı kapatıyoruz o yüzden burdan aramak zorunda kaldım."

"Neden telefonlarınızı kapattırıyorlar ki."

"Bilmiyorum işte dersler için..."

"Madem kapattıracaklar, iyice yasak etsinler kimse getirmesin."

"Doğru ama müzik falan dinliyoruz ya bazen."

Meymenetsiz şöyle bir bana dönüp "Şşt," diye seslendi, "kısa konuş sonra bizden biliyorlar."

Ona onay verircesine kafamı salladım.

Bir şey diyecektim ki telefonun diğer ucundan "Söyle ona telefonlarınızı kapattırmasalarmış biz de burdan konuşmak zorunda kalmazdık. Çok meraklı değiliz heralde." diye isyan eden babamın sesini duydum.

"Emin ol söylerim..." dedim kısık sesle. "Onu boşver de, baba ben çok kötüyüm. Karnım çok ağrıyor ne olursun gel beni al. Doktora falan götür baba. Baba ölüyorum baba. Baba çok kötüyüm."

"Şimdi çok uzaktayım ama gelemem." hah!

"Baba beklerim gelmeni. 40 dakika sonra öğlen teneffüsü oluyor o zaman gel. Ama ne olursun gel karnım çok ağrıyor zehirlenmiş olabilirim." Zehirlenen insanlara ne olduğu konusunda en ufak bir fikrim olmamasına rağmen kulağa en olası gelen ihtimali seçmeye çalışmıştım.

"Neden zehirlendin?" Arkadan benim kulağımı bile sağır edebilecek bir korna sesi geldi. "Tamam be kadın! İki dakika sabret!" diye seslendi, "Bu kadınlara ehliyet vermemeliler."

"Baba gelmen ne kadar sürer?"

"Tamam, tamam. Bir saate orda olurum." Şükürler Allah'ım!

"Sağ ol. Bahçede beklerim seni."

Telefonu kapatır kapatmaz okulun neşeli, insanda kusma hissi uyandıran zil sesini duydum. Caddedeki son 2-3 kişi daha gelen otobüste yerlerini aldı, ben de  arkamı dönüp yürümeye başladım. Konuşmalarına kulak misafiri olmadığım odadaki insanlar da gitmiş, sadece Buz ve Meymenetsiz kalmıştı. Acaba neden diğer çocuklar gitmişken sadece Buz kalmıştı?

Şüphe çekmemek için kolumu karnıma bastırmanın iyi olacağını düşündüm, hiç değilse kapıdan ayrılana kadar.

Kapıya vardığımda arkamdan tanımadık bir ses, "Geçmiş olsun," dedi.

Türk filmlerindeki gibi, omzumun üstünden kendimce yavaş bir bakış attım. "Teşekkür ederim." dedim, BUZ'A.

BEN ONUNLA KONUŞTUM.

Sesi, daha önce hiç içmediğim şifalı bir ilaç kadar tanıdıktı. İyi geliyordu ama yabancı geliyordu. Kalın, fakat kaba olmayan bir sesi vardı. Tınısı mırıldansa bile dinlenilebilecek kadar hoştu. Bu kısa diyaloğun onun hakkında daha fazla teoriler üretmemi sağlayacağı kesindi. Bir kere, bana gülümsememişti bile, sesin Meymenetsiz'e ait olmadığını bilmesem bunu onun dediğini anlamak imkansız olurdu. Cevap vermek için döndüğümde de sanki hiçbir şey söylememiş gibi duruyordu; cevap beklememişti demek. Ama neden?

Geçmiş olsun, bu bir süre aklımda dolaştı.


-Not: Eleştirmeyi ve oylamayı unutmayınız!^^

Bu bölüm kısa oldu çünkü neredeyse sadece "Buz" hakkındaydı.

Paralel Evren (Askıda)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin