Salih Beyin ikinci mektubu

13 2 2
                                    

Salih Beyin, Amerika'nın California'daki adresine mektup gönderip, hastalığı için acil şifalar temenni ediyor ve sıhhatinin bozulduğuna çok üzüldüğümü belirtiyorum. Mektubumun cevabını, Ocak 1985' de alıyorum. Ama mektup 12 Aralık 1984' de yazılmış. Mektubu Salih Bey yazmış. Gönderen, kendisi değil, oğlu. Mektubun içinde, oğlunun yazmış olduğu küçük bir not bulunuyor:

"Babam Salih Bey'in vefatından iki gün sonra özel odasına girmiştim. Masasının üzerinde, sizin adresinize yazılan ve atılmak üzere hazırlanan bir mektup duruyordu. Rahmetli babam mektubu yazmış, ancak postaya vermeye ömrü yetmemişti.

"Bu mektubu, bir vasiyet sayarak sizlere postalıyorum. "Değerli babam, buradaki Müslümanların iştirakiyle ebedi vatanına tevdi edildi." Notun altına, isim yazmış "Oğlu" diye imzalamış.

Salih Bey'in vefatı bizleri ne kadar üzdüyse, ikinci mektubu da o kadar sevindirdi. Defalarca okunup bizleri ağlatan bu mektup da dolaştı vatanın dört bir yanını. Satır satır ezberlenecek değerdeki "ikinci mektubu" şöyleydi:

"Maddeten çok uzaklarda, ama hemen yanımda hissettiğim bahtiyar kardeşim, "Son gönderdiğin mektubunda durumumu çok merak ettiğini anladım. Kardeşim, merak kuvvetini böylesine günahkâr bir insanın ahvaline sarf etmek çok yazıktır. Çünkü merak kuvvetini sarf edecek, kâinat büyüklüğündeki iman dururken, o cevheri değersiz şeyler uğruna tüketmek akıl karı değildir.

"Kardeşim, şu anda maddeten tamamen bittim. Ayağa kalkmak şöyle dursun, konuşmaya bile takatim kalmadı. Bu satırları karalamak için, annesinin sıcak sinesine sığınmak hevesiyle yuvarlanan aciz bir çocuğun mücadelesini veriyor gibiyim.

Bu bitmiş ve tükenmiş halim, bana hiç unutamadığım eski bir hatıramı hatırlattı:

Bir komünist liderin itirafları "Tarihin birinde, Yugoslav Devlet Başkanı Mareşal Tito'nun şeref misafiri olarak Belgrat'ta bulunuyorduk. 83 yıllık ömrünün, yetmiş yılını Yugoslav komünizmi uğruna fedakârca harcamış olan başka bir komünist liderin, çok hasta olduğunu söylediler.

O insanın ismini, bayraklaşan mücadelesini, davasının uğruna inanılmaz fedakârlıklarını daha önce biliyorduk ve çok büyük hayranlığımız vardı. Hemen evine, ziyaretine koştuk. Yanımda, başka ülkelerden gelmiş komünist talebe teşkilatı başkanlarından birkaç kişi daha vardı. Yattığı odaya girince bütün duvarların, komünizme yaptığı başarılardan dolayı, almış olduğu başarı-şeref belgeleri ve madalyalarla dolu olduğunu gördük. Dünyanın on on beş komünist lider kadrosu içinde sayabileceğimiz bu adam, yatağına yapışmış, bitkin bir halde inliyordu.

Bizler böylesi bir vasıftaki komünistle karşılaşmanın heyecanı içindeydik. Yatağından zorla doğruldu. Etrafında, pervaneler gibi hizmetçiler dönüyordu. Çehresine sanki yılların çilesi çizgi çizgi kazınmıştı... Milyonlara hitap eden o dil ve çehre çökmüş, eller ve bacaklar tam bir kemik halini almıştı. Bizler çok iyi İngilizce bildiğimiz için onunla rahatça konuşabiliyorduk.

"Bu büyük Marksist'le bir ara göz göze geldik. Gözleri yaşla dolmuş, dudakları titriyordu. Yüzünde öylesine acı ifadeler şekilleniyordu ki, sanki ölmenin ve bu dünyadan ayrılmanın sancısı içinde ağır bir ıstırap çekmekteydi. Bunu hissedince teselli vermek için dedim:

"Ustam, sizin hayatınız harf harf komünizmin altın sayfalarına yazıldı. Sizi takdir etmeyen, alkışlamayan hiçbir yoldaş gösterilemez. Hepimiz de sizin hayranınızız. Bir mabut gibi, saygı ve takdir görüyorsunuz. Ölüm neden sizi bu kadar korkutuyor? Gerçi maddeten aramızdan ayrılabilirsiniz, ama yaptığınız unutulmaz hizmetinizle yaşayacaksınız.

"Ölüm kelimesini duyunca, sanki depreme tutulmuş gibi titrediğini gördüm. Bir an yüzü gerildi, bakışları sertleşti ve nefesinin temposu korku ve telaşla hızlandı. Ağlamaklı ifadelerle söylediği şu cümleler, hala kulaklarımda çınlar:

"'Yoldaş,' dedi, 'Ben ölüyorum artık... Ölümün ne derece korkunç bir şey olduğunu size anlatamam. Anlatsam bile sıhhatli ve genç olan sizler, bu yaşta bunu anlayamazsınız.

Düşünün, ölmek, yok olmak... Toprağa karışmak ve dönmemek üzere gidiş... İşte bu çıldırtıyor beni... Dostlarımızdan, sevdiklerimizden, ünvan ve makamlardan ayrılmak... Dünyanın güzelliklerini bir daha görememek... Ne korkunç bir şey anlamıyor musunuz?

"Ölmeden önce her dakika, her saniye ölüyorum. Ölüm öylesine dehşetli bir hayalet ki, zehir saçmaya devam ediyor.

"Yoldaşlarım, sizlere açık bir kalple itiraf ta bulunmak istiyorum: Ben öldükten sonra, toprak olacaksam, diriliş, ceza veya mükâfat yoksa benim yaptığım mücadelenin değeri nedir? Söyleyin bana?

Vay, yoldaşlarımın kalbine gömülecekmişim veya unutulmayacakmışım veya alkışlanacakmışım neye yarar?' "Ben mahvolduktan sonra, beni alkışlayanların takdir sesleri, kabirde vücudumu parçalayan yılan ve çıyanları insafa getirir mi?

Söyleyin, bu gidiş nereye? Bunun izahını Marks, Engels, Lenin yapamıyor. "İtiraf etmek zorundayım;

"Ben Allah'a, Peygambere ve ahirete inanıyorum artık. Dinsizlik bir çare değil. Düşünün, şu kâinatın bir Yaratıcısı, şu muhteşem sistemin bir kanun koyucusu olmalıdır... Bence ölümde son olmamalıdır...

"Mazlumca gidenlerle, zalimce ölenlerin bir hesaplaşma yeri olmalıdır. Hakkını almadan, cezasını görmeden gidiyorlar. Böyle keşmekeş olamaz. Ben bunu vicdan en hissediyorum.

Öyle ki, milyarlarca suçsuz insanlara yaptığımız eza ve zulümler, şu anda boğazıma düğümlenmiş bir vaziyette... Onların ahlarına kulak verecek bir merci olmalı... Yoksa insan teselliyi nereden bulacak? Bunların bir açıklaması olmalı...

Marks bu mevzuda halt etmiş. Uyuşturmuş beynimizi... Nedense ölüm kapıya dayanmadan bunu idrak edemiyoruz. Belki de göz kamaştırıcı makamlar buna engel oluyor. Ben bu inançtayım yoldaşlarım, sizler de ne derseniz deyin.'

"Bu hüzünlü satırlardan sonra, sizleri sevindirecek bir haber vermek istiyorum: Ateist profesörün imana gelişi "Ben hastanede yatarken, oğlunun ziyarete gelmiş olan 'ateistler' yani Allah' a inanmayanlar cemiyetinin idare kurul üyesi bir felsefe profesörü ile tanıştık. Kendisi California Üniversitesinde öğretim üyesi imiş. "Gayelerinin ne olduğunu sormuştum; "Bütün dinler' dedi, 'insanlar üzerine kalın bir örtü örterek, dünya zevk ve lezzetlerine karşı ağır kurallar koyup, gençliğin tam lezzet ve keyf almasına mani oluyorlar. Bizler ise, insanların tam lezzet ve keyf almaları, korku duymadan kendilerini tatmin etmeleri için Allah'ın olmadığını telkin ediyoruz.

"Amerika'daki bu cemiyetin Moskova ile koordineli çalıştığını biliyordum. Çünkü Rusya, Amerika'ya komünizmi istediği manada sokamadığı için, Amerikan gençliğini başıboşluğa itmek gayesiyle Allahsızlık fikrini destekliyor.

Aslında bu cemiyet dolaylı bir Moskova teşkilatıdır. "Felsefe Profesörünün bu izahına karşı, becerebildiğim kadarıyla Meyve Risalesi'nin 'Üçüncü Meselesini' anlattım. Beni fevkalade bir alaka ile dinledi. Tabii ki, bu iman hakikatı, onun isyan ve inkâr dolu akıl ve kalp kapılarını bir derece aralayınca, hayatı boyunca birikmiş olan inkâr soruları da peş peşe sıralanmaya başladı.

Zamanın müsaitsizliği ve benim de takatsızlığıma rağmen, Pofesör, Nur hakikatları karşısında çözülüyordu artık... Tekrar görüşmek ümidiyle ayrıldığımız zaman gözlerinin içi gülmekteydi. 'Allah'a binlerce hamdolsun ki, kendisiyle ikinci kez buluştuğumuz zaman, epeyce uzayan sohbet sonunda, şehadet parmağı havaya kalkarak, gözyaşları arasında, adeta bütün küfür âlemine haykırırcasına Müslümanlığını ilan etti.

Gece yarısını geçerek ayrıldı ve namaz kılmayı öğrenmek için, sabah erkenden geleceğini söyledi.

"İple çekmiştim sabahın olmasını...

Gözlerim saatlerce onun kapıyı açıp içeri girmesini bekledi. Ama ne yazık ki, vakit öğle olmasına rağmen o hala görünürlerde yoktu. Endişeyle, evini telefonla aradım.

"Karşımda titrek sesli bir yabancı vardı. "Profesör nerede, dedim." "Siz Salih Bey misiniz, diye atıldı." "Evet, dedim." "Gece bir kalp krizinden öldü ve ölürken de sizi sayıklıyordu, dedi."

Kendini Arayan AdamHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin