Hadiseden tam yedi ay sonra, Ankara-Maltepe'den postaneye atılmış olan bir mektubunu aldım. Bu, mektuptan ziyade bir nottu:
"Su anda Risale-i Nur Külliyatınızı aldım" diyordu. "Onu okuyup derin derin tefekkür etmekten başka bir şey yapmıyorum, düşünemiyorum."
Ve bana, İzmir-Alsancak'ta bir posta kutusu numarası veriyordu.
Hemen kâğıda ve kaleme sarılarak yazdım, yazdım. Bütün özlemimi, heyecanımı ve hasretimi döktüm. Ama aradan aylar geçtiği halde bir cevap alamıyordum. Bu arada üst üste mektuplar göndermekteydim.
Bütün ümidimi kestiğim bir anda, yani tam üç yıl sonra mektubu ulaştı elime... O gün bayram etmiştim.
Asrımızın hastalığını teşhis eden ve tedavi yollarını gösteren mektup "Asrın Mektubu" vasfını taşıyordu. Uzun ve çok ibretli olan bu mektubu, defalarca okudum ve ağladım.
Salih Bey, söyle diyordu bu mektubunda:
"Pek değerli, muhterem kardeşim,
"iki yıl önce geçirdiğim ağır felç dolayısıyla, mektuplarının cevabını geciktirmek zorunda kaldım. Mektubunda, iman halkiyatlarıyla nasıl müşerref olduğumu soruyor, geçmiş hayatımın rengi ve karakteri hakkında malumat istiyorsun. Benim Nur'larla nasıl müşerref olduğuma sen şahit olduğun için, buna gerek yok sanırım.
Fakat Kur' an hakikatlarını asra anlatan Risale-i Nur'un küfür ve isyan dolu kalplerde meydana getirdiği inanılmaz tebeddülatı ve bütün insanlığa tek çıkar yol olarak sunulan komünizm fikriyatının param parça yıkılısını anlatabilmek için, hayatımı kaba çizgilerle anlatmaya çalışacağım; ibretle dinleyin:
"Babam, seferberlik kıtlığını ve perişanlığını ağır bir şekilde çekmiş fakir bir köylü parçasıydı. Kazandığıyla hiçbir zaman karnını doyuramadı ve el içine çıkıp da 'ben de bir insanım' diyemedi. O yokluk içinde, önce annemi, sonra benden büyük dört kardeşimi kaybettim. Babam ise beni aç bırakmamak için, kıs günü balık tutmaya gittiği ırmağın sularına kapıldı, bir kefene bile sahip olamadan göçüp gitti. O zaman beş yaşındaydım ve hayatta yapayalnız kalmıştım. 'Gel yavrum' diyerek beni bağrına basacak, gözyaşlarımı silecek ve sıcak bir şefkat gösterecek kimseciklerim yoktu.
"Tahammül edilmez şartlar içerisinde sokak ortasına terk edilmiştim. Sadakalarla karnımı doyuruyor, çok zaman da aç olarak sabahlıyordum. Ayakkabısız kalan ayaklarımın derisine, bırak diken, çivi bile geçmez olmuştu. Bu derin ıstırap, bende başıboşluk, isyan ve hırçınlık gibi hisler uyandırmıştı. Daha 10 yasındayken merhamet ve vicdan gibi duyguları yitirir olmuştum.
Bu duygular içinde yatılı okula girdim. Etrafımı saran talebe ve öğretmenler, tam bir sefalet istismarcısıydılar. Her fırsatta kurtuluşun komünizmde olduğunu telkin ediyorlardı. Tam benim derdimin diliyle konuşan bu insanlara bütün kalbimi vermiştim. Hocalarımız elle tutulmayan, gözle görülmeyen, sesi duyulmayan hiçbir şeye inanmamamızı isterlerdi. Bu suretle iman esasları, bize tek tek inkâr ettirilmişti. Öyle ki (haşa) Allah'la, melaike ve kaderle herkes alay ediyordu.
"Ben ise, çalışkan ve zeki olduğum için fazlaca islenmiş, mutlak bir inkâr içerisinde, örnek komünist olarak gösteriliyordum. Öyle ki, Marksist felsefeyi, büyük komünist klasikleri harf harf ezberlemiştim. Bu yüzden bana herkes 'Lenin' derdi. Bu yola süratle tırmanarak önce okul, sonra semt, arkasından da bölge sorumlusu olmuştum. Artık bütün yollar bana açılmış, olayların planlandığı, organize edildiği noktaya gelmiştim. Önemli bir asayiş görevlisi olarak hayata atıldım. Emeklilik günüme kadar bu hizmeti bıkmadan, usanmadan büyük bir iştahla yürütüyordum.
"Kendi davama bizzat ben, milyonlarla ifade edilebilecek yardımlar sağlamıştım. Koltuğuna oturduğum öyle bir mevkiim vardı ki, bütün dünya komünistleriyle selamlaşabiliyorduk Devletin zaafa düşmesini dört gözle bekledik Hem de devleti koruyan bir insan sıfatıyla... Binlerce genci imanından ettik. Nihayet yakayı ele vererek az bir cezayla kurtulduk. Ama bunu bir şeref saydık, hislerimiz sönmedi, aksine iştahımız kabardı.
Bütün zerratımız, gücümüz ve kuvvetimiz, komünizm uğruna seferber olmuştu. Uykuları bile unutmuştuk, Fakat kısmete bakın ki, bütün hayatımı uğruna harcayarak komünizm dünyasında aradığım hakikati bir seyahat esnasında bulacaktım:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kendini Arayan Adam
Ficción Generalİşte şu kainatın yaratan Rabbimiz de, koyduğu umumi ve muhteşem kanunlarla alemin nizamını sağlamıştır. Bu nizama en küçük atomdan, milyarlarca yıldızı bulunan galaksilere kadar her yaratılan şey tabi olmuştur. Her şeyin hakkı ve hukuku bellidir. He...