İhtiyar muhtarın acıları

633 23 7
                                    

Yola çıkalı iki saat olmuştu. Bu iki saat boyunca, on üç yıllık öğrencilik hayallerim bir sinema perdesi gibi geçiyordu gözlerimin önünden... Ve her sahnenin sonunda da "okul ve öğrenci' ikilisi gelip karsıma dikiliyordu. Ne renkli düşüncelerdi Allah'ım!

Güzel bir okul... Yanında yeni lojman... Etrafında iyi tanzim edilmiş bir bahçe... Yemyeşil ağaçlar, pırıl pırıl çayırlar... Minicik öğrencilerin cıvıl cıvı! sesleri... "Öğretmenim" diyerek gülücükler dağıtışları...

Hayal bile olsa içime tatlı bir sıcaklık serpiyordu. "Okulun minaresi" demek olan bayrağı ilk görüşümde, nasıl bir heyecan içinde olabileceğimi tahmin etmeye çalışıyordum.

Arif Nihat Asya gibi: "Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü, "Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü" mü diyeceğim, yoksa o anın duygularıyla başka bir şeyler mi mırıldanacağım? Bilemiyorum.

Ya köylüler? Öğretmeni ilk görüşlerinde: "Hoş gelmişsen öğretmen bey" derlermiş ellerini uzatır, sıcak bir alakayla tokalaşarak. "Bir ihtiyacın olursa, Allah'ını seversen çekinme ha! Bizim ev, aha şuradır" diye sıkı sıkıya tembih ederlermiş. Daha neler neler derlermiş...

Bu hayal, ne güzel bir şey... İnsanı nasıl da umutlandırıp rahatlatıyor, endişeleri, şüpheleri bir bir dökerek teselli ediyor. Dalıp gittiğim için kendi kendime mırıldanmış olacağım aynı koltuğu paylaştığımız ihtiyar yol arkadaşım soruyor:

"Talebe misiniz evlat?" "Öyle sayılır" diye cevap veriyorum. "Daha düne kadar talebeydim. Mesleğimiz öğretmenlik olunca, talebelik de emekli olana kadar devam edecek herhalde."

"Tabii ya!" diyor ihtiyar, "Yalnız öğretmenler talebe değil, bana kalırsa, dünya bir okul, bütün insanlar da o okulun talebeleridir. Doğan her insan bu okula yazılır, ölen her insan da şehadetnamesini (diplomasını) alıp gider."

"Ama, notun iyi olmadıktan sonra!" Güngörmüş ihtiyar da dalıp gidiyor... Tıpkı benim saatlerce hayalin pesine düşüp gittiğim gibi, gözlerini bir noktada toplayıp düşünüyor. Gittikçe bakışlarının fersizleştiğini görüyorum çileyle kıvrılmış kapaklarının örttüğü gözlerinde yaş bulutları oynaşıyor.

Ardından damlalar sıraya dizilerek bembeyaz sakalına takıla takıla aşağıya doğru iniyor. Nur yüzlü ihtiyarı ağlatan hadiseyi kendisine bir türlü soramıyorum. Neden sonra:

"Evladım! Sakın ola sen su bizim köyün öğretmeni gibi olmayasın" diyor. Kendisine merakla baktığımı görünce de devam ediyor:

"Ben o zaman köyün muhtarıydım. Bu vazifem tam on altı yıl sürmüştü. Zengindim. Çok koyunum vardı. On yıl boyunca sürülerimi üç çoban çevirdi. Köyün biraz dışında, iki katlı bir konağım vardı. Köye her gelen beni bilirdi. Konağımızın yanına yaptırdığım bir odayı yalnızca misafirlere ayırmıştım. Kapımı çalınmadığı gün üzülürdüm.'Yoksa köylüyü kırdık mı? Niçin bu aksam gelmediler?' diye hayıflanırdım.

"Hele yenmiş içilmiş, aklıma bile gelmezdi. Üstelik zevkti yardım. Rahim olan Allah, rahmetinden bol bol gönderirdi. Ne malım eksilirdi, ne de param...

"Bir akşam üzeriydi. Orta yaslı biri gelmişti kapıya. "'Öğretmenim' demişti. 'Bu köyün çocuğunu okutmaya geldim.'... "Safa geldin, diyerek içeri aldık. Üşümüştü. Karnını doyurduk. Baş köseye geçirdik. "Fakirim' dedi. 'Kimseciklerim yok. Babamı, annemi çok küçük yasta kaybettim. Beni bir hayır sahibi okuttu. Bir ay önce onu da kaybettim. Dünyada yapayalnız kaldım. Ben de valizimi alarak sizlere sığındım. Eğer kabul ederseniz, bundan sonra sizleri ana baba kabul etmek istiyorum.'

"Çok acımıştık. Hemen köylüyle bir araya gelerek boş bir evi' tamir ettik, içini döşeyip kendisine teslim ettik. Her gün birimiz aksamları misafir alır olduk. "İnan evladım, ben kendi öz oğluma böylesine bir sevgi göstermemiştim. Yaptığımız iyilik bununla da bitmedi.

Kendini Arayan AdamHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin