1.5

644 43 9
                                    



Cumartesi/17.10


Melik burada ne işi olduğunu bilmiyordu. Yaklaşık iki hafta önce gördüğü her yerde suratının ortasına bir tane yumruk atmak istediği çocukla sinemaya gidecekti. Üstelik aylardır beklediği filme. Ve filmi çocuk ısmarlıyordu.

Melik alttan alta gelen ve ortaya çıkmak için uğraşan gururunu bastırmak için elinden gelen her şeyi yapıyordu. Kendince bahaneleri vardı Mehmet Çağatay'la sinemaya gitmek için. Örneğin çocuk çok ısrarcıydı. Gerçekten arkadaş olmak istiyor gibi duruyordu. Normalde onda dışarıdan gördüğü sert ve kırılmaz özgüven duvarının yıkılmaya başlayabileceğini düşünüyordu çünkü konuşmaları öyle gibiydi. Kibirli değildi çocuk, aksine alttan alan bir karakteri vardı.

Ve Melik kendine itiraf etmek zorundaydı ki, çocuğun hayatını merak ediyordu. Muhafazakar ailenin seküler çocuğu olan bir milletvekili çocuğu nasıl olur merak ediyordu.

Kısacası Mehmet Çağatay çok da tahmin ettiği biri değil gibiydi. Ve Melik'in bu ilgisini çekiyordu.

Mehmet Çağatay altında kot pantolonu ve beyaz sneakerları, üstünde beyaz tişörtü ve kareli gömleği ile göründüğünde Melik en beklemediği şeyin bu olduğunu düşündü. Onu ilk gördüğü andan itibaren üç yıldan fazla zaman geçmişti ve Melik onu hiç böyle normal bir görüntüde görmemişti.

"İlk defa yaşın gibi giyinmişsin." dedi Mehmet Çağatay yanına vardığında.

Çocuk kendini tutamayıp güldü. "Dolabımın tozlu raflarından çıkardım bu kıyafetleri."

Yürümeye başladılar. AVM'nin içine girdiler. Melik dayanamayıp ara ara çocuğa bakıyordu. Bu görüntüsü çok ilginç gelmişti.

"Okula da böyle gel."

"Okula da böyle gelseydim bana mesaj atmazdın."

Melik dudaklarını birbirine bastırdı. "Sana mesaj atmam iyi bir şey mi?"

Çocuk omuz silkip diğer taraftaki vitrinlere bakmaya başladı. "Neden kötü bir şey olsun?"

"En son beni dava ediyordun?"

Mehmet Çağatay kahkaha attı. Melik'e baktı. "Onu ciddiye almadın herhalde?"

"Önüne geleni dava eden bir topluluktan geliyorsun. Tabii ki ciddiye aldım."

"Önüne geleni dava etmiyoruz. Hakaret davası açılıyor genelde."

"Sen bunu ciddi ciddi savunuyor musun?" Bu çocukla aynı noktada buluşmaları imkansız gibi bir şeydi.

"Savunmuyorum tabii ki. Olanı söylüyorum."

"Olanı söyleyen insan kalmadı ülkede. Allah razı olsun."

Mehmet Çağatay güldü. "Bence tanıyınca ne kadar süper bir insan olduğumu anlayacaksın. Daha ilk kez yüz yüze konuşuyoruz farkındaysan. Beni hiç tanımıyorsun."

"Tanımak zorunda mıyım peki seni? Tanımazsam yaptırımı ne?"

Mehmet Çağatay gülmeden duramıyordu. Genelde gülmediği şeylere Melik sayesinde gülmesi oldukça şaşırtıcıydı onun için. Mesajlaşırken de ne kadar ciddi gibi takılsa da sürekli salak salak gülerken annesine yakalanıyordu. Annesi büyük ihtimalle sevgilisi var sanıyordu.

"Lütfen, şöyle şeyler söyleme artık. Normal insan gibi görsen beni olmuyor mu?"

"Tamam. Sustum." dedi Melik omuzlarını silkerken. "15 dakika var salona girelim istersen."

Salona doğru yürüdüler. Mehmet Çağatay ona doğru döndü yine. "Nolan sever misin?"

"İyi film severim." dedi Melik. "Ve evet, Nolan iyi filmi çok olan bir yönetmen."

"Ben çok severim. Bu filmden çok umutluyum. Nolan'ın tarzının dışında bir konusu var ama kendi tarzına uydurduğuna eminim. O yüzden harika bir şey izleyeceğiz bence."

Mehmet Çağatay haklıydı. İkisi de salondan çok etkilenmiş bir şekilde çıktılar.

"O bomba patlama sahnesini gördün, değil mi? Ne kadar muhteşemdi. Koltuğuma yapıştım resmen."

Mehmet Çağatay gözlerini kocaman yapmış, kendinden geçmiş bir şekilde filmin her sahnesiyle ilgili yorum yaparken Melik ona bakıp güldü. Dışarıdan, onu tanımayan bir insan olarak baktığında gördüğü egolu Mehmet Çağatay şu an yoktu. Bambaşka biri vardı karşısında. Rahat kıyafetler giyen, güzel bir film izledikten sonra gözleri parlayan, çok konuşan, samimi ve kendi yaşında bir çocuk. Melik itiraf etmek zorundaydı ki bu çocuğa içi ısınmaya başlamıştı.

Mehmet Çağatay elini tersiyle karnına vurup "Sen ne düşünüyorsun? Bir şey söylesene." dediğinde düşüncelerinden sıyrılıp kendine geldi.

Ona değil önüne bakmaya başlayan Melik "Çok güzel bir filmdi. Nolan beni şaşırtmadı." dedi. "İlk kısımda biraz sıkıldım ama ikinci kısım muhteşemdi. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadım."

Mehmet Çağatay kıkırdarken "İlk kısımda uyukluyordun. Gördüm." dedi.

"Filmi değil beni izledin herhalde."

Mehmet Çağatay dudağını ısırıp omuz silkti. Bir şey dememesi Melik'i şaşırtırken çocuk söylediği şeyi anında unutmuş ve Melik'in kolundan tutup heyecanla onu bir wafflecıya doğru sürükledi.

"Tatlı yiyelim mi? Nolur?"

Melik sesini çıkarmaya fırsat bile bulmadan kafenin önündeki sandalyelerde Mehmet Çağatay'ın karşısındaki otururken buldu kendini. Zaten sesini çıkarmak da istememişti.

"Normalde de her şeye böyle gözlerin parlıyor mu?" diye sordu siparişlerini verdikten sonra.

"Nasıl yani?"

"Bilmem. Filme gözlerin parlıyor. Tatlıya gözlerin parlıyor."

Mehmet Çağatay dudaklarını büzüp gözlerini ondan çektiğinde Melik sorulmaması gereken bir şey sorup sormadığını düşündü. Çocuk "Normalde pek dışarı çıkmıyorum." diye mırıldandı.

Melik kaşlarını çattı. "Neden?"

"Babam pek dışarıda görülmemi istemiyor." Çocuk keyifsizce çatalını eline alıp yeni önlerine konan tatlıdan bir çatal aldı.

"Neden?" diye sordu Melik ikinci kez.

"Boşver. Sonra anlatırım."

Melik daha fazla soru sormak istiyordu bu konuyla ilgili. Merakı perçinlenmişti. Ama çocuğun parlayan gözlerinin söndüğünü ve yüzünün asıldığını görünce sormaktan vazgeçti. O da keyifsiz bir şekilde tatlıyı yemeye başladığında çocuğa baktı yine. Yutkundu. Çocuğun üzülmesinin onun içinde bir yerleri neden sızlattığını sorgulamadı bile. İnsanlıktan olduğunu düşündü.

Hint Kumaşı |bxb|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin