3.4

530 36 3
                                    


Melik son bir aya dönüp baktığında hayatındaki değişimlere inanamıyordu. Tam bir ay önce okulda karşısına çıkan takım elbiseli çocuğu görünce gaza gelmiş ve üç yıldır yapamadığını dördüncü yılın başında yapmıştı. Yıllardır içinde biriktirdiği her şeyi mesajlarla ona dökmeye başlamıştı.

Bu çocukla önceki yıllarda doğru düzgün konuşmuşluğu bile yoktu. Arada karşısına çıkardı çünkü küçük bir fakültede okuyorlardı. Aynı bölüm bile değillerdi. Elbette okulda herkes Çağatay'ı tanıdığı için o da tanıyordu. Bir milletvekili çocuğu olarak, ileride kaymakam olacağına emin olan, kibirli, takım elbiseli çocuk olarak. Ve nefret ediyordu tüm bu özelliklerden. Melik için bu ülkede nefret ettiği, iğrendiği gerçeğin vücut bulmuş hali gibiydi Çağatay. En azından ufak bir parçasıydı. Bu çarkın dönmesine yardım ediyordu, destekliyordu dahası. Çağatay onun için buydu.

Şimdi o kadar şaşırıyordu ki. Nasıl görememişti bazen çok tatlı baktığını, bazen çok hüzünlendiğini, morali bozuk olduğunda büzdüğü dudağı, ellerini takım elbisesinin cebine sokarken omuzlarının çöktüğünü, utandığını kızaran teninin çok öpülesi olduğunu. Çağatay yavaş yavaş onun için bir çarkın parçası olmaktan çıkıp duyguları ve ifadeleri olan bir insan haline gelmişti Melik için. Melik de Çağatay var oldukça ona her bir adımda daha çok çekilmişti.

İlk başta her mesajda yazdığı küfürleri yavaş yavaş yok olmuştu. Onda sinir olduğu her şey ya kaybolmuştu ya da hoşuna gidiyordu artık. Eskiden neyden nefret ettiğini dahi zar zor hatırlıyordu.

Artık babasıyla ya da çevresiyle ilgili esprilerini yaparken iki kere düşünüyor ve Çağatay'ın kırılmayacağına emin olduğunda yazıyordu. Babasıyla arasındaki ilişkiyi öğrendiğinden beri evde ne durumda olduğunu düşünmeden duramıyordu. Çağatay'ı her okulda gördüğünde içi gıcıklanıyordu. Yanında olsun istiyordu. Her mesaj attığında mutlu oluyordu ve onunla mesajlaşırken salak salak sırıtıyordu sürekli. Çocuk tüm ciddiyetine rağmen onu güldürmeyi başarıyordu. Bunları geç fark etmediği için kendi kendine teşekkür etti.

Şimdi ise, bir ay gibi kısa bir sürenin ardından Çağatay onun yatağında, hemen dibinde uyuyordu. Melik yatakta dirseğinin üzerine çıkmış, çenesini elini dayamış onu izliyordu.

Elini burnuna yaklaştırıp nefes alışını hissetti avcunun içinde. Yavaş ve düzenliydi. Yastığının üzerine gelişigüzel attığı elini tuttu. Parmaklarını açtırdı. Bileğinden tutup havaya kaldırıp oynatırken güldü. Çağatay huzursuz bir şekilde onu ittirip arkasını dönmüştü. Melik ona yaklaşıp beline sarıldı. Parmaklarını yavaşça belinde ve karnında dolaştırdı. Gıdık alıp almadığını bilmiyordu. Belinin hassas noktalarına dokunduğunda Çağatay'ın tekrar huzursuzlanmasından aldığını anlamıştı. Saçlarını öpüp ondan biraz uzaklaştı.

Kulağına yaklaştı. "Çağatay, uyan."

Çağatay eliyle onu ittirdiğinde güldü. Bu sefer belini dürttü. "Uyan hadi. Derse geç kalacağız."

Çağatay yavaşça gözlerini açıp bayık bir şekilde ona baktı. "Günaydın." diye fısıldadı Melik.

"Günaydın." Çocuk gözlerini ovuşturup gerindi. Melik onun dudaklarına yaklaşıp yavaş bir şekilde öptü.

"İlk uyandığında bu kadar güzel olduğunu keşke daha önceden bilseydim. Kolundan tutar yatağıma yatırırdım seni." Çocuk güldü ve bu sefer yaklaşıp o öptü.

"Dersin var, değil mi? Uyandırdım ama."

"Var ama üç saat sonra falan."

"Tamam, istersen burada kalabilirsin ya da benimle okula gelebilirsin." Melik çocuğun alnındaki saç tutamlarını okşuyordu.

Hint Kumaşı |bxb|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin