Bölüm 2:

36 6 36
                                    

<<< Veni, vidi, vici. >>>


Küçükken, o alımlı gül bahçesinin arkasında yer alan bir gölet bulunuyordu. Etrafında mavi renkli sinek kuşları uçuşuyordu. Kanatlarının yüksek sesi her zaman kulaklarıma bir melodi misali ermişti.

Bir keresinde adını bile koymadığım mavi bir sinek kuşu ölmüştü. Çocuktum tabii, üzülmemek elden değildi. Nasıl öldüğünü bilmek daha bir acı katıyordu yüreğime.

Doğanın dengesiydi ölüm sebebi. Zayıfın avlandığı, güçlünün hayatta kaldığı bir denge. Acımasız ancak süreklilik sağlardı. Diğer kraliyet ailesinin üyeleri gibi eğitim almamış olmama rağmen biliyordum bunu.

Yine de aklıma şu soru gelmişti; Yaşam temel hak sayılıyorsa ölüm neden sayılmaz? Bir merak sarmıştı içimi. Canlılar neden istedikleri gibi ölemezdi? İstediği gibi yaşama hakkını elde edebilirlerse ölme hakkını onların elinden alan ne olabilirdi ki?

Bir cevap bulamamıştım. Belki tanrıydı. Belki doğanın dengesiydi. Sorgulanamaz bir gerçek ise ölümdü.

Ölümün kıskacına yakalanmış bir ruh nasıl korur kendini? Yüreğine serilen kara bulutları, bir daha asla doğmayacak güneş nasıl silebilir ki?

İşte o an bunu hissettim; Ben ölümün kıskacındaydım. Uçurumdan düşmeye öylesine bir yakındım ki gözlerim yalnızca onu gördü. Başka hiçbir şeyi algılayamıyordu zihnim. Sesler su altında geliyormuş gibi dağılıyor ve yok oluyordu.

Tenimin sıcaklığını bile hissedemez olmuştum. O adam karşımda dikilmiş geçilmez bir duvar gibi sergiliyordu kendini.

Dudaklarımı açmak bile bir mucizeydi, o kadar kaybolmuştum ki. Tek yapabildiğim, "Ah...." diye sızlanmak oldu. Bana bakan o çökük gözlere hapsetmiştim kendimi. Midemde uçuşan bir şeyleri hissediyordum. Açlıktan mıydı yoksa?

Ama farkındalığım hızla bana ulaştı. "Riana!" diye haykırdım ayağa kalkarken. Ve sonra fark ettim ki o küçük savaş alanından uzaklaşmıştık.

Buraya nasıl geldiğimi bile hatırlamıyordum. Kayıp bir çocuk gibi etrafıma bakınmaya çalıştım. Ama tek görebildiğim ağaçlardı. Etrafı saran ağaçlar.

"Riana nerede?" diye sordum yabancı adama. Üniformasının yeşil kollarından kavrayarak kendime doğru çektim. "Lütfen söyleyin— Riana nerede?"

O çökük gözler tekrar bana odaklandı. Dudaklarında istemsiz bir gülümseme yer aldı. Ve sonra bakışları yavaşça hüsran ile doldu.

"Üzgünüm küçük hanım." dedi. Onun askeri üniformasını kavrayan parmaklarımı soğuk teniyle kapladı. "Kurtarabildiğim tek kişi sizdiniz."

Ve sonra farkındalığım korkuya dönüştü. Düştüğümüz pusuyu hatırladım. Riana'nın nasıl beni korumak için çabaladığını hatırladım. Ve bu karşımdaki adamın acımasızca Wyche askeri üniformasını giydiğini hatırladım.

Ellerimi çekerek uzaklaşmaya çalıştım ama sırtımı ağacın sert kabuğuna çarptım. Acıyla dolan gözlerimden yaşlar akmaya başladı.

"Sen—" dedim öfkeyle. Boğazımdaki yumruğu yutkunamıyor nefes alamıyordum. "Siz olmasaydınız... Hiçbir şey olmayacaktı!" Bütün gücümle bağırdım. Sesimi duyan kuşlar çırpınarak gökyüzüne doğru uçtular.

"Hepsi sizin yüzünüzden!" Bakışlarımı onun bakışlarına çevirdim. Ama o siyah gözlerde görebildiğim tek şey acımaydı. Bu daha çok zoruma gitti. Bir düşman tarafından öldürülürken bir düşman tarafından kurtarıldım. Ne kadar aptalcaydı.

AnemoneHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin