Bölüm 3:

29 5 22
                                    



<<< Kül kokan çiçekler yetiştirdik. Ve cesetlerden yaptığımız hamak bile susturamaz haykırışları, söyle bana Pinokyo. Sen de yalan söylüyor musun bana?  >>>



Babam daima bana, 'Bir insan sakin olmalı, Matilda.' derdi. 'Eğer duyguların bir şelale gibi kontrolsüzse, sabit bir kaya gibi olmalısın. Bir nehir gibi durgun olana kadar o hırçın dalgalara karışma. Çünkü dengesiz bir kalp beraberinde trajediyi getirir.'

Peki ben ne yaparsam bu vahşi şelale bir nehir gibi durgun olabilirdi ki? Ben o hırçın dalgalarla birlikte sürükleniyorken, nasıl bir kaya kadar sabit kalabilirdim? Ben daha çok bir çakıl taşıydım.

Karanlık suyun en dibindeydim. Güneş ışığı bile göremiyorken, hırçın dalgalar beni sürükleyip duruyordu.

Uykumdan uyanmam çok uzun sürmemişti. Zaten böyle bir durumda uyuyabiliyor olmak garip olurdu. Kendimi doğrultarak yatağın üzerinde oturdum. Karanlık odanın etrafındaki yabancı ayak seslerine hala alışamamıştım. "Yemek yemelisiniz." dedi bana.

Bu adamın adı hala dilimde bir ekşiydi. Birsha'ydı adı ama kendimi bu ismi söyleyecek kadar cesur hissedemiyordum.

Ben ona cevap vermeden önüme bir kase güveç benzeri sıcak çorba koydu. Havuç, patates ve etten oluşuyordu. Etin burun sızlatan kokusu burnuma ulaştığında öfkeyle tabağı fırlattım. "İstemiyorum." diye haykırdım. "İstemiyorum!"

Güvecin kaynar suyu derime çarparak tenimi yaktığında dudaklarından acı dolu tıslamalar kaçtı. Kızaran marklarımı tutarken gözyaşlarım kontrolsüzce akıyordu. Bir şelale gibi.

Tenimin acısı, ciğerlerimin ağırlığı beni boğuyormuş gibiydi. Ben boğuluyordum bu karanlık odada. Güneş ışığının bile giremediği bu odada ölüyordum. Bir su kaynağı bile yokken boğuluyordum.

Ve bundan nasıl kurtulabileceğimi bilmiyordum.

Birsha elleriyle bileğimi okşarken, "Dur." dedi. "Hareket etmeyin lütfen." bir başka nazikti bu kelimeler. Yavaşça bileğimi her okşayışında tenime yayılan kiraz çiçeklerini görebiliyordum.

"Merhem bulmamız gerekiyor ki; yara izi kalmasın teninizde."

Ne önemi vardı ki?

"Umurumda değil." dedim. Gerçekten umurumda değil miydi bilmiyorken. "İsterse yaksınlar yüzümü kezzapla. Gözlerimi oysunlar. Benim yüreğim yanıyor... Benim memleketim yanıyor!"

Bileğimi geri çekmeye çalışırken anlamsız çabalarım birer birer söndü. Bir düşmandan teselli görüyordum. Aileme uzatılmış kılıçları tutan kişi o olmayabilirdi ama, onlardandı.

Birsha bileğimdeki tutuşu sıkılaştırırken, "Üzüntünüzü anlıyorum." dedi fısıldayarak. "Ama kendinize zarar veriyor olmanız, ölüleri tekrar hayata döndürmeyecek. Üzgünüm ama bu cehennem topraklarında bir mucizeye yer yok."

Öfkeyle harmanlandı sözlerim, "Bilmiyor muyum sanıyorsun? Gördüm... Gökyüzünden yağan alev oklarını nasıl görmedim diyebilirim? Alev alev yanan gül bahçesini... Biricik babamın benim için diktirdiği o gülleri yanarken, nasıl görmem derim!"

"Ve buna sebep olan kimler sanıyorsun? Sizdiniz!" Titreyen parmaklarım onun göğsüne çarptı. "Sendin! Gül bahçesine yağan o oklar kime aitti? Söyle bana. Sizin yayınızdan çıkan oklar düştü benim evime!"

AnemoneHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin