Bölüm 7:

27 6 16
                                    


<<< "Yağmur yağmamış yürek bahçesi, sular altında kalmış." >>>

Savaşın insanlara bıraktığı yaralar kapanmıyormuş, bunu anladım daha sonradan. O cesetlerin arasında güneşini kaybeden bir tek ben değildim zira. Nanny ile konuştuğumuz andan itibaren sokaklarda durmadan devam eden feryatlar vardı.

Bir başka çığlığı her duyduğumda dilim tutuluyordu sanki. Birsha'yı kaybettiğimden beri sadece günler geçmişti oysa. Yokluğu sandığımdan daha çok yük olmuştu kalbime ve zihnime. Bazen fark edişlerimle birlikte katlanıp gidiyordu ağırlığı.

Bazı günler rüyalarıma giriyordu. Her seferinde onun yüzünü görmeye devam etmek o kadar çok bunaltıyordu ki beni, geceleri terden bir okyanusun içerisinde uyanmış oluyordum. Belki de cesedini böyle terk ettiğim içindi, bir nevi cezalandırıyordu beni.

Kabuslarım yüzünden uyuyamamaya başladığımda, artık melisa çayının da bir etkisi olmuyordu. 'Birsha gibi mi oluyorum?' diye düşündüm. 'Belki de onun dediği gibi uykumdan mahrum kalmak bir kefarettir.'

Gece yarılarında dışarıya çıkmaya başlayarak kendimi eğitmeye çalıştım. Eğer tahtı geri alacaksam ve yanımda beni koruyacak bir Birsha yoksa, en mantıklısı savaşmayı öğrenmekti. Nasıl yapacağımı bilmeden belki de dönüp dolaşıyordum ama ağabeyim Marcus'u izleyerek öğrendiğim birkaç şey vardı.

Böylelikle en azından temel şeyleri kavramam çok zor olmadı. Nanny bazen nereye gittiğimi sorsa bile hiç söylemedim ona. Sadece bir an önce Birsha'nın bedenini gömmek ve devam etmek istiyordum. Riana'yı gömemeyeceğim belliydi artık. Bu yüzden en azından Birsha'yı verebilmeliydim toprağa. Yoksa Nanny'nin söylediği gibi, hep bir parazit olarak kalacaktı aklımda.

Başka bir gün mutfaktan çıkarken gördüm Nanny'i. Üzerine bir cübbe almış köşede beni izliyordu. "Yine mi gidiyorsun?" diye sordu bana.

Bir an ona bakarken ilk defa ne kadar güçlü göründüğünü fark ettim. "Sen çok değişik bir kadınsın, Nanny." diye kaçırdım ağzımdan. Sonra şaşkınlıkla birkaç kere kırptım gözlerimi.

"O ne demek, Matilda?" Nanny alayla kıkırdarken sordu. Bakışlarımı kaçırarak tekrardan kapıya dönmeye çalıştım. Ama Nanny hemen önümü kesti.

"Hep oraya gidiyorsun, güzel kızım." dedi. Sonra cübbesinin altından ellerimi hızlıca yakaladı. "Şuna bak. Ellerin hep su toplamış. Söyle, ne için gidiyorsun oraya?"

"Eğitim için." deyiverdim hemen. "Öyle boş boş oturamam. Birsha yok artık yanımda. Beni koruyacak bir kılıç bekleyemem. Komik ki, o kılıç artık paramparça edildi..."

Birsha'nın aile yadigarı diyerek geçiştirdi kılıca ne olmuştu acaba? İmparatorluk eline mi geçirmişti, yoksa değersiz bir çöp gibi bir kenara mı atmıştı?

"Böyle söyleme, kızım." Nanny ellerimdeki tutuşunu sıkılaştırdı. "Kendini korumayı öğrenmek güzel bir şey aslında, ama lütfen bunu yaparken kendi duygularını görmezden gelme."

"Korkuyor olmak büyük bir günah değil ki. Üzgün olmak seni zayıf yapmaz. Haykırmanı isterdim ben senin. Öyle büyük haykır ki, imparatorluğun ordusu bile korksun senden isterdim."

Elimi geri çekerken yutkundum. "Neyi haykırayım?" diye homurdandım aynı zamanda. "Gerek yok öyle kendimi ifşa etmeye. Ben gölgelerden gideceğim."

Başımı kaldırıp, Nanny'e baktım. "Hem sen..." dedim ve sonra fark ettim ki, Nanny sanki belirli bir şeyi vurguluyormuş gibi konuşuyordu! "Sen... Biliyor musun?"

AnemoneHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin