Bölüm 9:

23 5 0
                                    

<<< "Dinle bak, gökyüzü nasıl da ağlıyor. Toprağa nasıl da karışıyor yağmur, sanki hiç var olmamış gibi. Belki de hiç var olmamışızdır, belki de ikimizde karanlıkta kalmış iki kayıp ruhuzdur. Belki tanrılar bile sevmiyordur bizi.

Belki de sen ve ben,

Yalnızca nefret için yaratılmıştık.

Ama ben seni nefretten çok,

Kalbim gibi sevdim." >>>



Dacia'nın evinden çıkarak, hızlıca kasabanın derinlerine ulaştık. Lonca merkezini bulana kadar nefes bile almadan yürümeye devam ettik. Patikanın taşları çıplak tenime çarparken dudaklarımı hıçkırmamak için birbirine bastırmıştım. Bir adım üzerine başka bir adım daha basıyordum toprağa. Adımlarımın altında acıyla inliyor muydu dünya, yoksa gökyüzü kadar rahat mıydı?

Çünkü omuzumdaki yük ruhumu eziyordu benim. Ruhumu ezen yük, es geçer miydi dünyayı?

Yağmur her saç telimi ıslatırken, Ziven'in eli avuçlarımı sıkıca kavrıyorken, nefeslerimin arasında yapabildiğim tek şey lonca merkezine bakmak ve en azından Nanny'nın hayatta olduğunu varsaymaktı.

"Eğer oraya gitmezsek, ne olduğunu asla anlayamayız, Tilda." dedi Ziven. Haklıydı. O kapıdan adım atmadığım sürece hiçbir şey öğrenemezdim.

Ama bu gerçekten istediğim şey miydi? Belki de bir kafesin içerisinde olduğunu bilmemek, bir kafesin içerisinde olduğunu bilmekten daha iyiydi.

'Hangisi delirtmezdi beni? Hangisi binlerce parçaya bölmezdi beni?'

Ağabeyim şimdi beni duyuyor olsaydı kesinlikle içtiğim çayı zehirler, aptallıktan dolayı ölümümü ilan ederdi... "Böyle söylememelisin." derdi bana tüm kargaşanın ortasında. "Gerçeklikten daha korkutucu olan şey çarpıtılmış gerçekliktir."

'Yalanlar içerisinde bir dünya seni mutlu ederdi belki ancak asla tamamlanmış hissetmezdin. İnsan eksik kalmayı sever mi hiç?'

Ziven tekrar sıktı avuçlarımı. Beyaz teni hiç titremiyordu bu kara yağmurun altında. Bir rehber gibi tutuyorsa ellerimden cüret edebilir miydim daha fazla tüm bu ruh çürüten düşüncelere?

"Hadi." dedi Ziven bana dönerken gri saçları nasıl ıslanmıştı yağmurdan. Ama o mavi, gri kristal rengi gözleri hiç sarsılmıyordu. Yağmur karartmıyordu gözlerini.

"Her şey iyi olacak demek isterdim ama görüyorsun ya, benim hayatım bile hiç iyi değildi. Bundan sonrası da iyi olmayacak, biliyorum. Çünkü yaşam böyledir, seni yokuş aşağı gönderirken bazen düzlüğe çeker ama aslında sen hep aşağıdasındır. Hiç zirveye ulaşmamışken, belki mutlu olursun demeyeceğim."

"Ama elimden geldiğinde seni oraya götürmeye çalışacağım. O yüzden hadi gidelim ve Nanny'yi geri alalım."

Alt dudağımı dişlerimin arasına alarak ısırıverdim. Bu yağmur bir hiçti. Beni ıslatan yağmur, yüreğimi yakan ateşten bile daha zayıftı.

"Tamam." dedim. "Hadi gidip Nanny'yi geri alalım."

Lonca merkezine girer girmez yeşil pelerinli, Wyche imparatorluğu askerleri sardı etrafımızı. Sorgulayan gözlerle baktılar bize.

Öne çıkan gür saçlı bir asker, "Ne için buradasın, Semour pisliği?" dedi dişlerinin arasından tıslarken. Yüzündeki iğrenmiş ifade bir dağ tepesinden bile görünebilirdi eğer bakacak olsaydım.

AnemoneHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin