Bölüm 11: Basketbol Maçı

6.1K 511 183
                                    

Elimdeki sıcak nescafe bardağının altına düşmemesi için diğer elimi de yerleştirdim, az önce şirketin en alt katındaki mutfakta hazırlayıp getirmiştim bunu. Kime getirmiştim?

Zeki'ye.

Dün o olaydan sonra Zeki bundan sonrasını kendi halledebileceğini söyleyip beni erken paydos ettirmiş ve yanından göndermişti. Niye öyle yapmıştı bilmiyordum. Harbi işi mi kalmamıştı yoksa moralimin bozulduğunu mu fark etmişti? Yoksa tartıştığımız için daha fazla yüzümü görmek istemiyor muydu?

Açıkçası cevabı bilmiyordum ama sırf kendi problemlerim yüzümden surat astığım ve onun da gününü zehir ettiğim için ayıp ettiğimi düşünüyordum. Ne kadar dışarıdan gamsız şerefsiz gibi dursam da vicdanlı biriydim.

Bu yüzden, diğer günün sabahı Zeki'nin şirkete geldiğini görmemle koşar adım mutfağa gitmiş; onun için bir kahve hazırlayıp özür dilemek adına ikram etmek istemiştim.

O kadar da kıro değildik yani.

Şimdi ise, elimdeki kaynar kahve eşliğinde Zeki'nin odasının önünde dikiliyordum. Biraz daha böyle durursam elimde 3. derece yanık oluşacaktı. Mal gibi tepsi almamıştım fazlalık olur diye.

Parmaklarımın ucuyla tuttuğum kahveyi, daha fazla elim yanmasın diye sağ elime aldım, sol elimi de biraz kendine gelsin diye iki yana sallayıp üflemiştim parmaklarıma doğru. Ardından daha fazla oyalanmamak adına boş elimle kapıyı çaldım. İçeriden "gir" senini beklemem gerektiğini biliyordum ama elim yanmıştı anasını satayım, zaten çok kibar biri de değildim.

Pat diye içeri daldım ardından, bakışlarım etrafta gezindi.

Şükür, bu sefer toplantının ortasında girmemiştim. Sadece Zeki vardı odada.

Kapının sesini duyduğunda, başını bilgisayardan kaldırıp sesin geldiği yöne doğru çevirmişti. Ben daha yüz ifadesni süzemeden koştura koştura oturduğu masanın önüne gidip elimdeki kahveyi önüne bıraktım.

"Ay yandım ulan, siktir."

Zeki ilk önce önündeki kahveye, ardından yanmış parmaklarıma üfleyen bana baktı. "Ay yandım, mı?" Gülmeye başladı sonrasında. Sesini incelterek konuştu. "Ayy, sen bana kahve mi getirdin Kağan?"

"Gevşek gevşek konuşma, ağzımdan kaçtı."

Gözlerimi devirdim onun bu hâline, diline düşmüştük itin iki dakikada.

"Hayrola? İyilik meleklerin mi indi tepene?"

Bir yandan konuşurken diğer yandan ona getirdiğim kahveyi çekti önüne, bakışları önündeki bilgisayarla benim arasında mekik dokuyordu. İşi vardı anlaşılan.

"Yok, içimden geldi ya..." demiştim lafı evire çevire. İki elimi de süt çocuğu gibi önümde birleştirdiğimde yüzüne bakmamak adına cebelleşiyordum. "Yani aslında şey.."

"Ne, delikanlı?"

"Susarsan söyleyeceğim."

Güldü, ardından dudaklarına hayali bir fermuar çekti.

"Dün için... Kusura bakma, aniden öyle tersledim falan seni."

Özürüme karşı duraksadı aniden, sanırım beklememişti, bakışları bilgisayardan tekrar bana çevrildiğinde bir süre süzdü beni. Ulan kal gelmişti pezevenke, o kadar mı kıroydum?

TAMİRCİ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin