Bölüm 13: Kelepçe

6.1K 492 166
                                    

8 sene önce, 18 yaşındaki Kağan'dan:

Elimdeki sigara pakedini barkoda okutmadan önce göz ucuyla tepemde dikilen müşteriye baktım, herif gecenin köründe sırf canı sigara çektiğinden benzincinin tekinde durup koştura koştura içeri girmişti. Hava delicesine soğuktu. İstanbul kar-kış-kıyamet üçlüsünü andırıyordu resmen. Benim için bu havada, gecenin 4'ünde çalışmak ise tam bir eziyetti.

Sigaranın barkodunu okuyup kasanın göstergesinde yazan sayıyı söylemiştim. "30 Türk Lirası." Ardından pakedi adama doğru uzatırken herifin tezgahın üzerine bıraktığı 50 TL'lik bankotu almıştım. Kasanın şifresini girip 50 TL'yi içine koymamın ardından 20 TL çıkartıp adama para üstünü uzattım. "İyi akşamlar, yine bekleriz."

Adam sadece baş selamı vererek para üstünü aldı, benzinliğin marketinden çıkmıştı sonrasında. Yine markette tek kaldığımda ellerimi montumun cebine koyup ısınmaya çalıştım.

Havanın derecesi eksilerdeydi. Birkaç aydır otobanda yer alan bir benzincinin marketinde çalışıyordum. Yetimhaneden ilk çıktığımda birkaç mağazada işe girmiş, parası iyi gelmeyince gece vardiyalı bir benzincide çalışmaya başlamıştım. Gece, bu soğukta çalışmak zordu ama normalden daha fazla para alıyordum.

Ellerimi montumun cebinden çıkarttım, bakışlarım; marketin dışındaki benzinliğe kayarken üşüyen avuçlarımı dudaklarıma götürüp sıcak hava üflemiştim ellerime. Ardından avuç içlerimi birbirine sürterek ısınmaya çalışmaya devam etmiştim. 4 saatlik daha işim kalmıştı, sabah 8'de paydos edecektim.

O sıra, marketin sensörlü kapısı iki yana açıldığında kollarımı göğsüme doladım, dışarıda yağan sulu kar kapı açıldığı gibi içeriye talan etmişti. Ne kadar içeride ısıtıcılar olsa da her kapı açılıp kapandığında içeri deli gibi soğuk giriyordu.

Bakışlarımı açılan kapıya çevirdim, içeri genç bir oğlan girmişti. Dengesini pek sağlayamıyor gibiydi, elindeki şişe votkadan çoktan onun sarhoş olduğunu anlamış gibiydim.

Bakışları etrafı taradı, beni kasanın arkasında gördüğünde ise yalpalayarak yanıma doğru adımlamaya başlamıştı; tam tezgahın önüne geldiği sıra dengesini kaybederek öne doğru tökezledi. Neyse ki iki eliyle tezgaha tutunmuş ve düşmekten son anda kurtulmuştu. Yine de tökezlediğinden taktığı siyah bere yere düştü. "Hay sikeyim, yerler de amma kayganmış."

Dışarıda sulu kar olduğu için zemin hep çamur oluyordu. Bunu ona açıklayacak olsam da başından düşen şapkayla dikkatimi çeken şey saçları oldu. Sarı, çok açık sarı saçları vardı. Şapka tatkığı için birbirlerine yapışmışlardı, ona rağmen güzel duruyordu.

"Hoş geldiniz efendim, buyrun."

Kaba ithamını es geçerek normal bir müşteri gibi davrandım ona, konuşmam üzerne bakışlarını bana çevirdiğinde ise dudaklarımı birbirine bastırdım.

Gözler, nasıl gözlerdi bunlar böyle? Balta girmemiş bir ormanın en güzel yapraklarından halliceydi irisleri, yeşildi, yeşilin en güzel tonuydu.

Dudaklarımı yaladım, kalbimin hızlandığını hissetmiştim karşımdaki bu genç adama karşı.

Tek elini tezgahın üzerindeki çakmaklardan birine uzattı, Türk bayrağı armalı çakmağı seçmesinin ardından bana doğru uzattı onu. "Bir de Parlement alacağım. Acelem var."

Bakışlarım, bana uzattığı çakmağa indi gözlerinden. Soğuktan dolayı beyaz teni kıpkırmızı olmuştu, eklem yerleri yer yer beyazdı. Uzun, ince parmakları vardı. Türk'e benzemiyordu.

TAMİRCİ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin