Günlük

181 31 28
                                    

Bir hafta. Dolu dolu geçen bir hafta. Rüya devam ediyordu ve Petra her bir gün içimde açtığı yaraları birer birer sarmaya çalışıyordu. Eksildikçe çoğaltıyor, bir parçam oluyordu. Ailem gibi, annemin, babamın, hatta ablalarımın yerini bile tutmuştu. Bunu söylemesi ne kadar güç olsa da Marlo'nun bile. Ona karşı hissettiklerim hayranlıktan öte gitmiyordu, her şeyi bilmesi, her şeyden emin olması, her şeye gücünün yetmesi. Sanki ilahi bir kudret tarafından kuşatılmıştım. Petra'da kötülükten fazlası vardı. Geçmişin kızgınlığını, öfkesini gün geçtikçe yitiriyordum. Bana dokunmama yeminine kaldığı yerden devam ederken birçok gerçekle daha yüz yüze kalmıştım. Zayıflıyordum, evet, gün geçtikçe gözle görülür bir şekilde zayıflıyordum. Bunun sebebi de Petra'nın ilacını vücudumdan atmamdı, ben aslında ezik külkedisi ve evin acaba bizden değil mi diye ötekileştirilen kızı değildim. Gürbüz ve sağlıklı olmamı sağlayan şey ilaçtı. Benim balık etli olmamın tek nedeni. Bunu öğrenince başta her ne kadar kızsam da değiştiremeyeceğimi de biliyordum. Petra beni ölümsüz kılmamıştı, sadece olası bir kalp krizi ya da beyin kanamasıyla, günümüzün vazgeçilmez hastalığı kanserle, ölümcül bir yara almamda bu ilaç beni hayatta tutacaktı. Hayır, gölge olmak öyle sıradan bir iş değildi. Gölgeye dönüşmek ayrı bir sanattı Petra'nın deyimiyle. Simyacıların ünlü reçetesiyle karışımları harmanlayıp uygun koşullarda; yaşamdan vazgeçmeyi ve cehennemin içine girip dönüşüm sürecini tamamlamayı göze alacak birine nakletmek gerekiyordu. Babası bunu başarmıştı ve kendisi de bunu diğerlerine asla bilemeyeceğim bir sebeple yapmıştı. Sebebini kendisi de bilmiyordu, belki de sonsuza kadar yalnız kalmaktan korkuyordu, belki de bir tedavi yolu arıyordu. Kim bilir, bu durumda sessiz kalmayı yeğliyordu.

Yakın zamanda bende ablalarım gibi bir fiziğe sahip olacaktım, doğrusu kendimi çok merak ediyordum. O hâlimi gözümde canlandırdığımda sarsılarak, katıla katıla gülüyordum.

Doğrusu Petra benim her hâlimden memnun olacaktı, ister yüz kiloluk, isterse elli kiloluk bir Fegel onun için değişmezdi. O benim varlığımdan her şekilde memnundu.

Bugün veda vaktiydi, evde erzak stoku tükendiği için gitmesi gerekiyordu. Bir günlük ayrılık. Kamkatları sırayla ağzıma atarken stresimi azaltmasını umuyordum. Evin içinde dolanıp dururken "dur artık!" diye azarladı. "Şimdiden bir kilo verdin."

Gülümsememe engel olamayarak oturdum koltuğa, elinde bir kitap vardı. Adını göremiyordum. Eğildim. "Ne okuyorsun?"

Cevap vermedi.

Charl... Biraz daha eğilince kitabı kaldırıp gözüme soktu.

Charles Bukowski.

"Ciddi olamazsın!" dedim şaşırarak. Neden gibisinden bir bakış attı.

"Sen içki içmiyorsun, üstelik o kadınları severdi, sen sevmiyorsun, küfür bile etmiyorsun. Yani bu tarz bir kitabı okumak senin için çok fazla olmalı, Bukowski bir yazardan çok isyankâr bir yaşam biçiminin yegâne örneğidir."

Bu tepkim onu rahatsız etmiş gibiydi. Eğilip sayfaya dikkatle baktı, sonra da bana.

''Âşık insanlar genelde alıngan ve tehlikeli olurlar. Perspektiflerini ve mizah duygularını yitirirler. Sinirli, kafadan çatlak olurlar. Hatta katil bile olabilirler.''

Büyük bir ciddiyetle bunları söylerken kendini tarif etmenin sonsuz mutluluğunu yaşıyordu.

"Sana da tanıdık geliyor mu Feg?"

"Evet, oldukça tanıdık geldi."

"Bu da az önceki tezini çürütmüş oluyor."

Yenilmiş gibi onayladım başımla. Ama şimdilik! Ben bir kitap kurduydum, yaşıma ve Lelis'in tüm itirazlarına rağmen -çünkü benim gibi hasta ve zayıf bir bünyeye fazla geleceğini düşünüyordu- elbette Bukowski okumuştum. Ve daha birçok yazar, tarzım olsun olmasın, beni yansıtsın yansıtmasın.

PARANOYAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin