Beyaz Şirinler

67 23 8
                                    

'Yaşamak neden böyle içler acısı, neden bir uçurumun yanı başından geçen daracık bir yol gibi?' demişti Virginia Woolf. Tam da benim şu anki durumumu ifade ediyordu. Petra odamın içini bir mekik gibi turlarken onun için mi yoksa kendim için mi üzülsem karar verememiştim. Benim için hazırladığı çayı zorlukla içip boş bardağı komodinin üzerine bıraktım.

Fiziksel anlamda kendimi iyi hissediyordum, hiçbir ağrım ya da sızım yoktu ama iş kafamın içinde dönüp duran düşüncelere gelince o da bitpazarından farksızdı. Delirmek böyle oluyordu demek ki. Doğum günüm hızla yaklaşırken Tanrı'nın en büyük hediyesi aklımı benden almak olacaktı. Ya sonra? Petra bu hâlimle ne yapardı doğrusu bilemiyordum. Bunun düşüncesi bile korkunçtu.

Sırtımdaki yastığın oynandığını anlamakta gecikmiştim, zira karmaşık ve rahatsız edici düşünceler bir böcek sürüsü gibi beynimi talan etmişti.

"İyiyim," dedim. "Ağrıyan bir yanım yok."

Geriye çekilip dikkatle gözlerime baktı. Ellerimle yüzümü kapatıp bir süre öylece kaldım. Yatağımın bir kenarı eğilmişti. Eğer Petra yatağıma oturmuşsa ciddi sorunları var demekti.

"Seni korkutan neydi Fegel, ne oldu terasta?"

Başımı geriye atıp gözlerine odaklandım.

"Şirinlere inanır mısın?"

Bir anlık afallamış bir yüz ifadesinden sonra kaşlarını çattı.

"Şirinler mi?" dedi ciddiyetle. Oysa bu gerçekten de komikti. Delirme sürecim bile eğlenceli geçiyordu. Bu da iyi bir şeydi. Optimistlik örneği göstererek başımı salladım.

"Şirinler."

"Bana onları gördüğünü söylemeyeceksin değil mi?"

"Bir nevi," dedim başımı yana yatırıp. Çay etkisini göstermeye başlamıştı. Bütün kaslarım gevşedi.

"Ama beyaz renkli olanlarından. Üstelik elleri ve ayakları vücuduna göre çok büyüktü. Kepçe kulakları vardı. Bütün organları görünecek kadar saydamdı derisi."

Petra'nın yüzündeki dehşetin resmini çekip çerçeveleterek duvara asmak istedim. Böyle bir bakışı sekiz yüz elli yıllık hayatında hiç takınmamış olmalıydı. O âna kadar dimdik duran omuzları düşüverdi ve öne doğru eğildi. Ellerini birleştirerek hiç kıpırdamadan bekledi.

"Demek beyaz renkli şirinler gördün?"

Doktor Sophila'yı anımsadım birden, bunları ona anlatıyor olsaydım eminim anında masasından kalkar, topuklu ayakkabılarıyla kırıtarak yürür ve tek kelime etmeden o deli gömleklerinden birini bana zorla giydirirdi. Geri kalan hayatımı bir akıl hastanesinde delirmediğimi kanıtlamaya çalışarak geçirebilirdim. Neyse ki Petra böyle bir şeyi bana asla yapmazdı.

"Bana ne olacak Petra?" dedim. "Bunun geçici bir şey olduğunu söyledin. Ne zaman geçecek? Ben artık normal bir hayat istiyorum. Tamam, etrafımdaki her bir şey anormal, ama olsun alışmaya başlıyordum. Kulpa'ya, yalnızlığa, sessizliğe... Hatta sana."

Birbirine kenetlenen ellerini çözüp ayağa kalktı. Çaresizlik onu benden daha çok delirtiyor olmalıydı. Petra her şeyi çözebilecek yetkinlikteydi ve bu konuda elinden bir şey gelmiyordu. Onun yerinde ailem olsa ne yapardı ya da Marlo? Ailemle Doktor Sophila'yı aynı kefeye koyacaktım çünkü farklı düşünmeyeceklerini biliyordum. Ya Marlo? O ne yapardı? Sakin olacağından emindim. Korkma, diyecekti bana, bunun üstesinden geleceğiz, sen deli değilsin, bunun bir açıklaması olmalı! Ama yok, diyecektim. Onu sadece ben görüyorum. Bu sefer kâbusuma ortak olamayacaksın. O bir gölge değil ki ikimiz de görelim. O mini minnacık bir şirin. Ufak bir kıkırtı parçası fırladı dudaklarımın arasından, Petra bir kez daha dönüp baktı. Artık endişesini bir vites artırmanın vakti gelmişti.

"Söz veriyorum," dedi olduğu yerde kıpırdamadan. "Bu şey neyse seni ondan kurtaracağım."

PARANOYAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin