Sandık

89 28 19
                                    

Ertesi gün kendimi yeniden Petra'nın çalışma odasında bulmuştum. Sıkılıp kafayı yemektense her şeyi kurcalamama izin vermişti. Bunu kullanıyor olmanın keyfini sürecektim. Kahvaltımı yapar yapmaz okuyabileceğim bütün defterlere göz attım. Çoğu karmaşık işlemlerden ibaretti. Petra Pisagor'un izinden mi gitmeye çalışıyordu? Cevap önümdeydi hâlbuki, Petra ona alenen tapıyor, onun yolundan bir nebze olsun çıkmamaya çalışıyordu. Pisagorcuların olmazsa olmaz ketumlukları, öğretileri, ezoterik bilgileri, sessizlikle yoğrulan yaşamları birebir Petra'nın özünü oluşturuyordu.

Çoğu günlük şeklindeki defterlere gün boyunca yaptığı çalışmaları ve bulduğu sonuçları not etmişti. Değişik semboller, piramit benzeri çizimler vardı. Merak etmiyordum ama bilmeyi de isterdim.

Düzeneğin karşısına dikilip bir süre bekledim. Elimi uzattımsa da dokunmaya cesaret edemedim. Sanki dokunsam kırılıp un ufak olacakmış gibi geldi. Masanın üzerinde biriken mumları kenara itip sararmış parşömenlere göz attım. Onlardan da bir şey anlamayacağım ortadaydı. Jeneratörün hemen yanında bir sandık gördüm. Kapağında kilit yoktu. Başımı merdivene çevirdim. Kızıp kızmayacağını düşündüm ama zaten izin vermemiş miydi? Demek oluyordu ki buradaki her şey bana serbestti. Sandığın kapağı büyük bir gıcırtıyla açılınca eyvah, dedim içimden ama neyse ki tepemde bitmedi. Kötü bir kokuyla birlikte kendimi geriye attım. Ne vardı acaba içinde, ceset falan mı? Yaptığım şakanın gerçek olmamasını diledim birden. Sonra yeniden sandığa eğildim. Hayır, ceset falan değildi. Kıyafetler vardı içinde. Elimi yavaşça uzattım ve en üstte duranı havaya kaldırdım.

Üzerinde minik minik çiçek desenleri olan uzunca bir elbiseydi bu. Yakası dantellerle süslenmişti. Bir an için bunun yeni dikilmiş hâlini hayal ettim. Tıpkı annemin iş yerindeki elbiseler gibi. Yeni kumaş kokusuyla dolu olurdu dükkânı. Gözlerim dolduysa da ağlamadım ve elbiseyi yerine bıraktım. Kimin oldukları bile umurumda değildi. Hemen kapağı kapattım ve hızla merdivenlere yöneldim. Başımın üzerinde asılı duran kurumuş ot demeti saçıma takıldı birden. Dökülenleri temizlerken parmaklarımın arasında parçalar ufalandı ve o an bir rüzgâr ensemde adımı fısıldarcasına dolandı. Korkuyla sıçradım. Merdivenleri soluksuz çıkmıştım. Kapıyı kapatır kapatmaz kilidi çevirdim. O şey her neyse orada kalmasını istedim.

Elimde kalan tozları üzerime silip telaşla mutfağa yürüdüm. Petra televizyon izliyordu. Bana hiç bakmadı ama gördüğüne emindim. Bir bardak su doldurdum. Gök gürültüsüyle yeniden irkildim.

Dişlerimi sıkıp bir süre beklerken, "iyi misin?" diye sordu.

"Evet," dedim ona doğru yürüyüp karşı koltuğa oturarak. Belgesel kanalı açıktı.

"Naftalin kokuyorsun."

Ellerimi burnuma götürdüm. Demek sandıktaki koku buydu. Evde hiç kullanmadığımız için kokusunun da nasıl olduğunu bilmiyordum.

"Sandığı mı açtın?"

"Evet," dedim sakin görünmeye çalışarak.

"O hâlde içindekileri de görmüş olmalısın."

Aklım hâlâ duyduğum o fısıltıdaydı. Elbise umurumda bile değildi. Kafamın yerine gelmesi için bir süre sessizce bekledim, sonra da Petra'nın gözlerine bakıp sordum.

"Sevdiğin kadınlardan birinin miydi?"

"Sence?"

"Sanmıyorum," dedim başımı olumsuzca sallayıp. "O kadar duyarlı olduğunu düşünmüyorum. Üstelik böyle bir şeyi yapacak kadar âşık olduğunu da."

"Beni tanımaya başlıyorsun sanki," dedi. İkimiz de gereğinden fazla ciddiydik. Petra'nın kaşları yeniden çatıldı. Ellerini birleştirip öne doğru eğildi.

PARANOYAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin