Gizemli Ses

77 25 20
                                    

Artık balık tutmasını iyiden iyiye öğrenmiştim. Hiç boşa çıkarmıyordum kancayı. Yalnız balığı incitmeden oradan çıkarma görevini ona vermiştim. İncitmemek ve Petra, ne kadar bir arada tezat olsalar da incelik de bir yerde ondan sorulurdu. Petra'nın icadı, el emeği mükemmel salımızla aheste aheste ilerliyorduk suyun üzerinde. Kusursuz matematiği ve hesap yeteneğiyle tabii gücünü de eklersek bir anda ortaya inanılmaz bir şey çıkmıştı. Salın üzerinde ufak bir masa ve su geçirmez minderlerimiz de vardı. Fazla güneşli günler için de devasa bir şemsiye.

Kovama bakıp "doldu," dedim. Kendi oltasının bereketsizliğine bakıp hayıflandı.

"Sanırım bugün şanssız günümdeyim." Oltayı çekip misinayı makaraya doladı ve çantasının içine bıraktı.

"Geri dönelim mi, kova taşacak gibi görünüyor."

"Peki," dedim yüzümdeki gülümsemeyle. Boynumda Defi'nin şalı vardı. Rüzgâr hafiften bile esse kokuyu içime doğru götürüyor, oraya hapsolmasını sağlıyordu. Bugün için kendimi çok iyi hatta yenilenmiş gibi hissediyordum.

Petra salın küreklerini tutup ters istikâmete doğru iki kez çevirdi. Bu sıkı tutunmam anlamına geliyordu. Durgun nehrin üzerinde hızla geriye doğru sürüklenmeye başladık. Etraf oldukça sessizdi. Kuş cıvıltıları yoktu bugün. Pek tavşana da rastlamamıştık. Sal yavaşladı ve Petra kürekleri bir kez daha çevirdi. Bu tek çeviriş bile bizi metrelerce sürüklemeye yetecekti.

"Bu mevsimde bizim oralarda festivaller olur, insanlar doyasıya eğlenir, en çok da Lelis'le Defi'nin işine yarardı. Ben bir kez bile keyif alamamıştım. Birlikte dolaşmak zorunda kalırdık ve onlar da beni sürekli ezerdi. Oysa şimdi apayrı bir yaşantım var. Hayat ne kadar tuhaf değil mi?"

"Evet," dedi sakince. "Biliyorum, ben de oradaydım."

"Sahi," dedim gözlerimi şaşırmış gibi irerterek. "Sen hep oralardaydın, hep yanı başımda."

Cevap vermedi. Yanlış hatırlamıyorsam yakında doğum günüm vardı, Petra tarafından alıkonulduğumda kasım ayını devirmek üzereydim ama olmamıştı. Yeni bir yılı burada Kulpa'nın tepesinde güneşlenerek geçirmiştim. Yeni yaşım benim için hiçbir anlam ifade etmiyordu artık. Yeni bir yaş bana hiçbir şey katmayacaktı. Ailemden ve sevdiğim çocuktan ayrı olacaktım. Ama Petra vardı. Yeni ailem. Ne diyebilirdim ki, yine de şikâyet edemezdim. Ona alışmıştım. Bir parçam da oydu artık. Bunca zamanı birlikte doldurmuştuk. Bu ikimiz için de bir mucize olacaktı. Aklımın hâlâ başımda olmasından bahsediyordum. Delirmemiştim. Bu iyi haberdi. Arada adımı söyleyen o sesi duyuyor olsam da duymamazlıktan geliyordum. Çünkü her insan birazcık deliydi ve paranoya her insanın mühürlü bir kaderiydi.

Akşam yemeğinden sonra terasa çıkıp oturduk birlikte. Birer kahve günün ardından iyi gelmişti. Yıldızlar yine muhteşemdi. Binlercesi ışıldıyordu başımın üzerinde.

"Söylesene..." dedim bir kaybolup bir yanan yıldıza bakarken. "Neden beni dokuz yaşımdayken götürmedin, böylesi daha kolay olmaz mıydı? Yoksa bir çocukla uğraşmak istemedin mi?"

Bu sorum onu şaşırtmış olmalıydı ki uzandığı yerden doğruldu. O an gözlerimi kapatıp bir anlık sessizliği bozan o fısıltıya konsantre oldum. Delirmek azalan bir olgu değildi. Günden güne artıyordu. Petra başlatmıştı bunu. Daha sonra yaşamıma giren her şey üzerine güzelce eklendi.

Adım yeniden söylenmişti. Fegel, diyordu sadece. Ne erkek ne de kadın, sanki gelişemeyen bir çocuğun çatallaşmış sesi gibi. Hem rahatsız edici hem de ürkütücü bir tondu. Petra'ya bunu söylemeyecektim. Henüz değil.

"Düşünmedim değil," dedi soruma cevap olarak. "Ama buna cesaret edemedim. Ailenin yanında daha emniyette olurdun her yönden."

"Ruhsal açıdan demek istiyorsun sanırım?" dedim ben de doğrulup. O bana bakıyordu ben de etrafa. Üzerimde yine Marlo'nun switi vardı. Kendimi bunun içinde o kadar rahat ve huzurlu hissediyordum ki sonsuza kadar çıkarmadan giyebilirdim. Petra her ne kadar bundan rahatsız olsa da gizlemeyi ustalıkla başarıyordu. Tartışmıyorduk artık. Bu jesti gözümde büyüyüp adeta devleşmişti. Bu saatten sonra ona yapacağım en ufak bir haksızlıkta kendimi hain sayardım. Nankör bir evlat gibi. Evet, Petra benim ailemin yerine geçmişti ne kadar istemesem de. Olanları değiştiremeyeceğime göre kabullenmek en doğrusuydu. O bana âşıktı, ben de Marlo'ya. Tablo fazlasıyla acıklıydı.

"İnsan zamanla alışıyor Petra, baksana, kendime ait bir odam var ve korkmadan kalabiliyorum. On sekiz sene boyunca ablalarımla aynı odayı paylaştım. Tartaklandım, aşağılandım, hor görüldüm. Bu genelde ezik insanların ortak hissidir."

"Ezik kelimesini kullanmasan," dedi dudaklarını sıkıp. Kaşları yeniden çatılmıştı.

"Zavallı desem."

Başını olumsuzca iki yana salladı. Ayağa kalkıp terasın ucuna doğru yürüdü. Ben de onu takip ettim.

"Sence daha iyi olacak mıyım, onlarsız bir yaşam var önümde."

Başını diğer tarafa çevirdi. Duygusal anlarda genellikle yüzüme bakmıyordu. Ona bakınca güçlü bir erkek görüyordum. Hem fiziksel hem de manevi yönden. Gerçekten de öyleydi. Bir doksanlık boyu kimi zaman onun yanında ufak bir velet gibi görünmeme neden olsa da tipini beğenmiyor değildim. Onda kimsede olmayan farklı bir çekim gücü vardı. Buna acısı mı yoksa yaşadığı asırlar mı neden olmuştu bilmiyordum ama insan ona karşı hayranlık duyuyordu. Bilmedikleri yok denecek kadar azdı. Ama her zorluk gibi onun yoluna çıkan bela da bendim. Sekiz yüz elli yıllık kocaman bir yaşam boyunca bir tek benim yüzümden tökezlemişti Petra. Bana verdiği zararı telafi etmek için adeta çırpınıyordu. Bunu görebiliyordum ve engel olmuyordum.

"Bence..."

Rüzgâr tüylerimi diken diken etti birden. Sonra o ses... Petra sözünü tamamlayamadan hızla arkama döndüm. Gözlerim dehşetle açıldı.

"Ne oldu?" diye sordu endişeyle. Yutkunup başımı göğe kaldırdım.

"Hiç," dedim o an. "Sanırım uyusam iyi olacak."

Hızlı adımlarla odama geçtim. Petra orada tek başına kalakaldı. Yatağıma girip örtüyü tepeme kadar çektim. Terasın kapısı kapandı. Saniye geçmeden de odamınki. Bir yaprak gibi titriyordum yatağın içinde. Eğer böyle bir ses gerçekten varsa bunu Petra'nın da duyması lazımdı çünkü o normal bir insandan daha iyi bir işitme kapasitesine sahipti.

Dişlerimi sıkıp gözlerimi kapattım. Ona kadar saydım. Her defasında adımı duyarak korkuyla ürperiyordum ama bu seferki başkaydı. Bu sefer benim adımı söylememişti. Lanet olsun.

Marlo, demişti. Marlo.

PARANOYAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin