16. Bölüm [Final]

329 27 31
                                    

Duyduğum bu cümle, beni bir anda kendime getirecek kadar etkiliydi. Barış demese, fazla yayıldığım için katlanan pantolonumu ve bu yüzden her zamankinden daha fazla belli olan erkekliğimi fark edememiştim. Ortamda zaten yeterince yoğun bir ortam varken, bir de üzerine böyle bir durum yaşanması iyice bir şeyleri tetiklemişti.
Barış'a baktım. Gözlerine. Tuhaf bir şeyler vardı onda. Belki de gerçekten etkilenmişti. Ama yine de bunu bu şekilde ifade etmesine şaşırmıştım. Konuşmak için ağzımı açacakken bana doğru eğilmeye başladı. Nefesimi tuttum. Her şey çok hızlı ilerlerken, yavaşça yaklaşıp nefesini dudaklarıma verdi. Ne oldu bilmiyorum, ama ben zaten gitmiştim o an. Daha sonra öpecek gibi yapıp öpmemesine hafif sinirlenmiştim. Ama ardından bir anda kucağıma çıkmasıyla afallamam bir oldu. Resmen beni delirtmek için yapıyordu bunları. Daha dik bir şekilde oturmak için Barış'ı belinin iki tarafından da tutarak kendimle beraber hafif kaldırdım. Tam olarak oturur pozisyona geçtiğimizde gözlerimiz yeniden karşılaşmıştı.
Eliyle yüzümü okşamak isteyip yaklaştırdı yavaşça. Tereddüt etmişti sanki. Tam çekecekken bileğinden tutup elini yeniden yanağıma doğru yaklaştırdım. Anında yanağımı okşamaya başlamıştı. Öyle huzurlu hissettim ki o an. Bunca zaman neyden kaçıyormuşum gerçekten? Bu anların tadını çok daha önceden yaşayamaz mıydım? Yine kendi benliğimle ilgili bir sorundu işte. Yine kendi hayatımı mahvedebiliyordum. Gerçekten Barış'ı haketme konusunda hâlâ kararsızım bu yüzden.

"Ne düşünüyorsun?" dedi eli hâlâ yanağımdayken.

"Ne düşündüğümü inan bilmek istemezsin." dedim onu kendime bastırırken.
Ben kıkırdarken, o bu söylediğimle aşırı utanmış olacak ki yerinden kalkıp gidecekti nerdeyse.

"Seni hakedip haketmediğimi düşünüyordum sadece."

"Bu konu hakkında konuşmanı istemiyorum artık Fırat... Sen benim için çok özelsin. Ben hep seninle olmak isterken benden asla kendini çekme lütfen."

"Bir öpücüğe anlaşalım o zaman."
Böyle söylememle birlikte cevabını beklemeden önümdeki dudaklara kendi dudaklarımı bastırmıştım. Yumuşacıktı ve... tatlıydı. Sanki şu meyve aromalı rujlardan sürmüş gibiydi küçük dudaklarına. Ben onu öperken ellerim yerinde durmuyordu. Belinde ve omuzlarında gezen parmaklarım onun bana boynunu açmasıyla devam etti. Hafif yana doğru çevirdiği kafasıyla resmen bana görsel bir şölen sunduğundan habersizdi. Çenesinden tutarak kafasını sabit tutup boynuna yöneldim. Ellerini saçlarımda gezdirip çekiştirince hafifçe tısladım. Dudaklarımı boynundan çekerek kızarmış yüzüne baktım.

"Fırat..."

"Efendim?"

"Bunlar gerçekten yaşanıyor mu? Yani... hâlâ hayal gibi geliyor. Seninle bu şekilde olmak, bana değer veren o güzel gözlerini görmek, benden hoşlanman. Sence de biraz hızlı gitmiyor muyuz? Çünkü şu an tek ihtiyacım olan sensin. Seni istiyorum."

Bardağı taşıran son damlaydı bu. Aylar öncesinden bastırdığım tüm duygularım bir anda gün yüzüne çıkmıştı bu söyledikleriyle. Bu adama aşıktım ve şu an hiçbir şey umrumda bile değildi. İkimiz de aynı durumdaydık.
Tedirgin bakışlarını yüzümde gezdirirken elini tutup, avuç içini öptüm. Yeniden ona baktığımda ağlayacak gibi olmuştu. Gülümsedim.

"Seninle bir kez daha oyun oynayalım mı?"

"Ne oyunu Fırat? Ben ne diyorum sen ne diyorsun?"

"Şu an hâlâ kucağımdasın. Oyunun kuralı olarak ise; üzerimde kımıldaman gerekli. Eğer ilk kimin kuşu uçarsa o, oyunu kaybedecek. Kazanan taraf ise kaybeden kişiye istediği bir şeyi yaptıracak. Anlaştık mı? (yn: sorgulamayın)

"İstediğimiz her şeyi yani?"

"Tabii.

"Pekala o zaman. Kaybetmeye hazırlan."

İkigai / Fırbar Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin