Dışarıda oldukça şiddetli bir fırtına vardı. Evin içi şömineye rağmen soğuktu. Üzerimde ki ağır battaniye yüzünden boğuluyor gibi hissediyordum. Beni rahatlatan ise sağ tarafımda yatan bedenin nefes alış verişleriydi.
Yatakta oturur pozisyona geçip derin nefesler aldım. Fırtına tüm gün boyunca devam edecek gibiydi. Bunun düşüncesiyle daha da bunaldığımı hissettim. Hava daha yeni aydınlanıyordu ancak hala karanlıktı.
Kendimi daha iyi hissetmek için sağımda huzurluca uyuyan Beomgyu'ya biraz daha yaklaştım. Neden bilmiyorum ama kanım ona beklediğimden daha çabuk kaynamıştı. Onu kendime çeken bir şey vardı. Belki neden olduğunu bilmediğim ve ara ara aklıma gelen çocuğa benzediği için. Belki saf, masum ve sessiz halleri hoşuma gittiği için. Belki de bana bir şekilde destek olmasıydı. Neden olduğu önemli değil, sonuçta onda bir şeyler vardı.
Battaniyenin dışında duran elini sıkıca kavradım. Bunu yapmaya hakkım var mıydı bilmiyorum ama ben yaptım.
Elleri hep soğuktu. Asla sıcak değildi. Vücudu cayır cayır yansa bile elleri her zaman soğuktu. Hatta bazen ellerinin soğukluğundan tırnak içleri morarırdı.
Soğuk olduğunu fark etmezdi genelde. Fark ettiğinde ellerini bacak arasına koyar ısıtmaya çalışırdı. Bu hareketini tatlı bulurdum.
Telefonumun ekranı mesaj geldiğinde aydınlandı. Daha sonra telefonum çalmaya başladı. Beomgyu uyanmasın diye hızlıca kalkıp telefonu açtım. "Uyandırdım mı?" dedi Kai hattın diğer ucundan. "Hayır, uyanıktım." dedim fısıldar biçimde.
"Sana bir konum attım oraya gidebilir misin?"
"Neden?" Beomgyu yatakta kıpırdanmaya başlamıştı. Gözleri hafif aralıktı.
"Mina'nın adresi. İkimizde bu davanın suçlusunun Sunghoon olmadığını biliyoruz. Ben bir şey yapamıyorum, elim kolum bağlı. Ama senin değil. Bu davayı çözmeliyiz ve en büyük rol senin."
"Tamam, öğleye doğru giderim." diyip telefonu kapattım. Beomgyu battaniyeye dolanmış beni dinliyordu. Göz göze geldiğimizde küçük bir gülümseme sundu bana. "Günaydın." dedim tekrar yanına otururken. "Uyandırdım mı?"
"Evet ama sorun değil." dedi boğuk sesiyle. "Kimle konuştun?"
"Kai."
"Başkomiser olan değil mi?" kafamı salladım.
"Ne olmuş." dedi yataktan kalkarken. Üstünde benim olan kazak ona bol gelmişti. "Hearin'in lisede uğraştığı kızın adresini atmış, gitmemi istiyor."
"Bende gelebilir miyim?"
Çekinerek sorduğu soruya gülümsedim. Gözüme oldukça tatlı geliyordu. "Gelebilirsin."
"Şimdi gidelim mi?"
"Hazırlanıp çıkalım."
.・。.・゜✭・.・✫・゜・。.
Ucundan kar suları süzülen bir şemsiyenin altında ikide bir gözlüklerimin buğusunu ceketimin koluyla siliyor bir yandan da korkak adımlarla birbirimize tutunarak kaldırımda yürüyorduk. Soğuk rüzgar ikimizide titretiyor, yan yana yürümek işkenceye dönüyordu. Sadece binanın içine girmek için arabadan inmiş olmamıza rağmen sırılsıklam olmuştuk.
"Burası mı?" diye sordu Beomgyu. Kafamı sallayarak onu yönlendirdim. Binaya girdiğimizde şemsiyeyi kapattım. "Belki de bu havada dışarı çıkmak mantıklı değildi." dedi gülerek ve önünde ki asansöre bindi. "Kaçıncı kat."
"İki." diyip bende bindim. Asansör ikinci katta durduğunda indim. Solumda kalan sekiz numaralı kapının kapısını tıklattım. Bir süre ses çıkmadı. Beomgyu yanımda kıpır kıpır dolaşarak bekliyordu. Tekrar kapıyı çaldım. Bu sefer kapıyı oldukça güzel bir kız açtı. "Buyrun?" dedi sessizce. "Myoui Mina, değil mi?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dilek Mezarları/taegyu
Fantasy☆༺.⋅ ♫ ⋅.༻☆🥃☆༺.⋅ ♫ ⋅.༻☆ Yalnızlık, bir virüs gibi ruha yayılmaya başladığında duygu ve kalabalık hiçbir anlam ifade etmez. Çünkü inci gibi gökyüzüne dizilen parlak taşlar, umutlar ve sevinci içinde taşır. "Dileğimin kaybolmasını istemiyorum."