''Gözlerin en çok bana bakarken güzeldi.Saçların en çok omzuma düştüğünde...Hep güzel kalmalıydın, kalmadın.''
*
Gökyüzü griye bürünmüş, yağmur atıştırıyordu. Elimde tuttuğum sıcak kahve nedensizce midemi bulandırıyordu, içmeye alışık değildim ve şu anda birşey yemek veya içmek istemiyordum.
Yaklaşık iki haftadır işe gitmiyordum, iş yerine ait adrese mail attım işten ayrıldığımı söylemek adına, yalnız telefonuma gelen bildirimler halen beni zorluyordu.
Camın kenarından çekilip koltuğun diğer tarafında kalan telefonuma uzandım. Mesajlar bölümüne girdiğimde bazıları aynı, onlarca mesaj vardı.
"Neden, ısrar ediyorsun? Sana ihtiyacım var. Bu dosyalar hemen kontrol edilmeli Karlina."
bir sonraki mesaja bakmak için ekranda parmağımı kaydırdım.
"Sen iyi misin? Neden cevap vermiyorsun?"
"Müsait olduğunda hemen şirkete gel."
"Cansu yüzünden mi işten ayrılıyorsun?"
gerçekten sıkılmıştım, ne diye kendimi işe girme gibi bir saçmalığa sürüklemiştim? hem nedendi bu kadar ısrar anlamış değildim.
"Lütfen bir daha mesaj atmayın, kararımdan dönmeyeceğim." mesajı gönderdiğimde telefonu tekrar koltuğa attım.
Yudumlamak için dudaklarıma götürdüğüm kahve, dilime temas eder etmez içerisine tükürdüm.
Soğumuştu.
Yağız'a mı, yoksa kendime mi küfür etsem bilemedim.
Ayağı kalkıp mutfağa gittim ve soğumuş kahveyi döktüm. Tekrar içeriye girdiğimde ayaklarımı sürte sürte yürüdüğüm terlikleri bir çırpıda çıkartıp bacaklarımı koltuğa uzattım.
Müzik eşliğinde ağlamak en sevdiğim hobilerim arasındadır, ve şuan ağlamak istediğimi düşünüyordum.
Telefonum bacağımın altında kalmış olacak ki gelen bildirimle bacağım titredi.
Doğrulup telefonu aldığımda gelen mesajın yine Yağız'dan geldiğini gördüm.
"Sen öyle diyorsan öyle olsun, bir daha mesaj atmayacağım. Kendine iyi bak."
Sonunda derin bir 'oh' çektiğimde bir taraftarda mesaj komiğime gitmişti.
"Kendine iyi bakmış.. Baksam da aynı acı bakmasam da be.." kendi kendime söylenirken televizyonu açıp sevdiğim şarkıların listesini göz önüne serdim.
Tightrope.
Take a chance, we can dance up in midair. ( Şansını dene, havada dans edebiliriz)
Feels so good I could die, but I don't care. (Ölebilecek olmak iyi hissettiriyor ama umurumda değil)
Walk slow and low on a tightrope. (Cambaz ipi üzerinde yavaş yavaş ilerliyoruz)
Hope we last but you know, you never know. (Umarım dayanırım, ama bilirsin ya, asla bilemezsin)Gözlerimi buğulatan şarkı, nedense gülümsememe sebep olmuştu.
Normal bir hayat sürmeyeli iki yıl kadar oluyordu. Buğra, geçen mevsimleri, en sevdiği filmin devamını, en sevdiği grubun yeni parçalarını, en sevdiği kitabın devamını okuyamıyordu.
Ansızın edilen veda ise herşeyi yarım bırakmaya yetmişti.
İnsanlar hakkımda düşündüklerini dile getirse, beni yıkacaklarını düşünüyorlardı.
Bazı insanlar tedirginlikle bana yaklaşıyor, sanki onları öldürecekmişim gibi korkarcasına bakışlarını kaçırıyorlardı.
Bazısı ise arkamdan konuşuyordu.
"Delirdi buda"
"Yazık oldu gencecik kıza"
"Ne aşkmış be"
Ve daha fazlası.
Ama hiçbiri sevdiğim adamın bedenini buz gibi havada, ayaklarımız altında ezilen, soğuk, kirli toprağın altına koyduklarını gördüğüm kadar acıtmıyordu.
"Evlenme benimle, terk et beni, başka kadını sev ama bu şekilde gitme!" diye bağırdım.
Yokluğunun ilk gecesi, arabaya binip izledim mezarını. Üzerimde hala beyaz elbisem, üzerinde ise elbisemi kan rengine boyayan şarap kırmızılığı.
Baharda gördüğüm ilk erik.
Bulabildiğim üç dört eriği aldım avucuma gittim yanına.
Baş ucuna koydum onları, bir elimde de tohumlar vardı.
Ektim üzerine çiçek tohumlarını.
"Bak ne çıkmış! Biraz tatsız ama idare eder. Sen çok seversin"
Severdin.
Kapı zili çaldığında son ses çalan şarkı bir anda düşlerim gibi durmuştu, yada öyle zannediyordum.
Zil çalıyordu.
Benim evimin ziliyidi değil mi?
Kim olduğunu anlamak için yerimden kalkıp kapıya doğru ilerledim.
Kimin geldiğini anlamam zor olmadı çünkü, "Karlina, benim Yağız. Açar mısın kapıyı?" diye söyleniyordu.
Açmamaya karar kıldığımda yanlış yaptığımı hissettim.
Zaten halen kulaklarımda zangırdayan şarkı beni ele veriyordu.
Açmamaksa ayıp oldu.
Karşımda kalan boy aynasına bakıp üzerimdeki tişörtü çekiştirip düzelttim.
Dağınık topuz olan saçlarımı ise yapma gereği duymadım.
Kapıyı açtığımda iki çift kısık göz ve gülümseyen dudaklarla karşılaştım.
"Selam, naber?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NEFES
Teen Fiction''Sen her gün ölen aşkın için ağlarken ben yanımda olup da dokunamadığım kadının acısını çekiyorum. ve senin gözün halen toprağın altında ki bedende. bense seni yaşatmaya çalışıyorum. olur da belki beni farkedersin diye.''