"Teyzenin gözlerine baktım, içinde biriken gözyaşlarına, boğazında tıkanıp kalanlara, kuru gözlerine kadar gelip akamayanlara. Tanıyordum o gözyaşlarını bir yerden. En çöpsüz denizlerin martıları da böyle ağlar, sadece çocukken inanılan yalanlar da böyle kanıtır, mermiler de böyle deler geçer yüreği."
emrah serbes/müptezeller&
Dikenlerinin battığını bildiğin halde çıplak elle sıkı sıkıya tutmaya devam ettiğin o mükemmel gül gibiydi aile.
Aile, kimisi için birbirinin hayatını mahvetmek için bir araya gelmiş insan topluluğu olsa da şanslı kişiler için böyle değildi.
Burada şans denilen şey para veya o kişiye sunulan imkanlar da değildi. Birisi tarafından sevilmek, sevdildiğini hissetmek, insanın en büyük şansıydı.
Yıllarca tek çocuk olarak büyümüştü. Üstelik ailesinin ona vereceği sevgiyi paylaşması gereken başka bir kardeşi de yoktu. Ancak Berk hiçbir zaman o çok istediği şeye ulaşamamıştı. Dile kolay beş harften oluşan kelimenin yokluğunda her geçen gün biraz daha yok oluyordu.
Sevgi.
İnsan ruhunun iyileşmesi için sevgi şarttı. Çünkü sevgi iyileştirirdi. Berk bu duyguyu hiç tattı mı onu bile bilmiyordu.
Okul hayatı boyunca arkadaşlarına karşı söylediği yalanlara kendisi de inanmıştı. Ortaokuldayken arkadaşlarına anlattığına göre annesi ona her gece masal okuyor, hatta bazı geceler babasıyla erkek gecesi bile yapıyorlardı. Tabii bunu sadece Berk ve arkadaşları biliyordu. Berk'in çok sevgili ailesinin böyle bir şeyden pek tabii haberi yoktu.
Liseye geçtiği zaman ise sınıfındaki kişilere çok güzel bir ortaokul zamanı geçirdiğini ve bazı arkadaşlarıyla hâlâ görüştüğünü söylüyordu. Tabii ki de öyle bir şey yoktu. Berk ne kadar sosyal olmak istese de daima birilerinin gölgesinde dolaşmak zorunda kalmıştı. Onlar kiminle konuşuyorsa o da onlarla konuşuyordu.
Aynı şeyi üniversiteye geçince de yaptı. Yalanlar, yalanlar, yalanlar...
Çoğu zaman kendinin bile inandığı o mükemmel yalanlar.Yıllarca hayal gücünün izin verdiği ölçüde mutlu bir yaşam sürdüğüne dair yalanlar söyledi herkese. Üniversiteye ilk başladığında depresyondaydı ama yine de yüzüne maskesini takıp mutlu gibi devam etmişti hayatına...
Ancak şu an bunu başaramıyordu. Ne maskesini takabiliyor ne de yalanlar sıralayabiliyordu. Oturduğu koltukta öylece karşısındaki yabancılara bakıyordu. Yaklaşık kaç dakikadır bu şekilde durduğunu bile bilmiyordu. O an sessiz salonu gürültüye kavuşturan telefon melodisine kadar kimseden çıt çıkmıyordu.
Diriliş Ertuğrul jeneriği gibi çalan telefonla yerinden sıçramıştı. Kafasını kaldırıp karşısındaki yabancılara baktığında ismini bile hatırlamadığı kadınla göz göze geldi. Belki daha önce ismini bile duymamıştı, hatırlamıyordu sonuçta.
"Efendim oğlum, kardeşin nasıl oldu? Biraz daha iyi mi?"
Oğlum kelimesi kulaklarına bile o kadar yabancıydı ki... Ailesiyle bu şekilde konuşan insanları görünce ister istemez şaşırıyordu. Kendini izleyen bir çift gözden habersiz pür dikkat karşısındaki adamı dinliyor, gözlerini bir an olsun adamın üzerinden ayırmıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ᴀɴᴇᴄᴅᴏʜᴇ
Teen Fiction[Düzensiz bölüm!] O gün takvimler yalnızca 11 Ocak 2004'ü gösteriyor, saatler ise 05.22'de takılı kalmıştı. O gece yaşanan deprem ise herkesin ocağına ateş düşürmüştü. Ve yıllar sonra her şeyden habersiz olan Berk için hayat olabildiğinden daha da z...