Bazı şeylerin çözümü, boş boş bakmaktır bazen gökyüzüne. Gözlerin yıldızlardan yıldızlara atlar kafandaki düşüncelerle dalarsın dünyanın güzelliklerine.
Bazen bir nefestir seni kurtaracak bu düşüncelerden, bazen de bir bağırış kafandaki sesleri susturmak için.
Bir hastane bahçesinde öğrenilir derler çaresizliğin ne olduğunu bir de mezarlıkta. Çaresizliği bilmem için bunlara gerek yoktu benim için zira çaresizliğin vücut bulmuş halinden farksızdı bedenim. Bir dilenci kadar zayıf, bir zenci gibi simsiyah.
Çaresizdim. Hemde çok. Hayır sevgiden bahsetmiyorum. Ya da seçilmiş,tercih edilmiş yalnızlık palavrasından, ya da şiirlerde geçen romantik yalnızlıklardan. Çaresizlikten bahsediyorum. Kimsenin olmayışından. Arkama bakmadan koşmuştum beni yaralayan ne varsa geride bırakarak. Yapayalnız kalmıştım en sonunda bu yolun sonunda. Çok çabaladım herkes gibi olmak için. Çok çalıştım düzgün şekilde yaşamak için. Gözlerimi etrafımda gezdirdim. Sanırım başaramamıştım ki buraya sıkışıp kalmıştım. Burukça bir gülümseme sardı yüzümü. Soğuk yalıyordu şimdi bütün zerremi, umursamıyordum.
Çaresizdim, zayıf olduğum için. Çaresizdim, sesimi çıkarmadığım için. Çaresizdim, yapılan şeylere baş kaldırmadığım için. Ama en çok babam olmadığı için çaresizdim ben. Kulağımda acı acı yankılanıyordu sadece eğlenmek için söylenilen sözler.
"Bir orosbunun evladısın sen Jeon, kabullen bunu."
Kapattım gözlerimi derince bir nefes çektim içime. Ne annem hak etmişti bu sözleri, ne de ben. İnsanların sözleri zehir gibiydi. Bir kere tadınca acısı zor çıkıyordu bedenden.
Oturduğum çimen sabahın serinliğini hatırlatır gibi soğuktu. Üşüyordu bütün uzvum. Değişiyordu mevsimler. Daha birkaç ay önce tenimi tüm şevhetiyle kavuran güneş yerini soğuklara, bulutlara, yağmurlara bırakmıştı. Herşey değişip, gelişiyordu. Peki ya ben neden olduğum yerde sayıklıyordum? Sanki buzdan yapılma bir yerde yürümeye çalışıyordum bir adım bile ilerleyemeden. Oysaki cehennemi taşıyordum bedenimde. Yetmiyor muydu buzların erimesine bu ateş?
Dalıyordum yine derin düşüncelere. 2 gün geçmişti bile çoktan. Bulamamıştım kıyafetlerimi. Evin altını üstüne getirmiştim oysaki. Nereye kaybolmuştu her zaman aynı yerinde duran kıyafetler? Aklımda büyük soru işaretiydi bu ama umursamamayı seçtim. Ne olacaktı ki alt tarafı bir pijamaydı, yeri dolardı. Bazı şeyler gibi içini kavurmazdı boşluğu.
Bedenimi soğuktan titreme aldı saniyelik. Dönüp dolaşıp gelmiştim yine o göle. Bilmiyordum çekiyordu sanki beni içine. Evimi bulmuş gibi hissettiriyordu. Bütün ormanı dolaşmıştım. Yorulmuştum fazlasıyla. Kurdu bulmak için bakmadığım delik, aramadığım yer kalmamıştı. Vücudum halsiz düşünce gelip çökmüştüm buraya. Yine aynı yerimde oturuyordum. Kurtun gelip üstüme atladığı, kalbimin ağzımdan çıkacak gibi gümbürtüyle çarptığı yerde.
2 gündür sadece yatağımdaydım. Jin hyung hariç kapımı çalan olmamıştı. Daralmıştım. Duvarlar üstüme yürümeye başlamıştı sanki. Beynim benimle oyunlar oynamaya, olmayan şeyleri oldurmaya başlamıştı. Korkmuştum. Alışık değildim ben yalnızlığa. Her ne kadar o çok kalabalık gibi gözüken okulda yalnız hissetsem de eve gelince annemin bir gülüşü yeterdi o hissi yıkıp dökmeye.
Aklımda sorular cirit atıyordu. Kimdi o kurt? Bana cehennem hayatımda cenneti yaşatan bu kurt kimdi? Bunu çok kez sordum kendime.
"Jungkook?"
Arkamda duyduğum sesle irkildim. O kadar dalmıştım ki düşüncelere dünyadan soyutlanmıştım. Gözlerimi gölden çekip arkama döndüm. Jimin gülümseyerek bana doğru geliyordu. Üzerinde basic bir kazak, altında mavi bir jeans ve kazağıyla aynı renk bir spor ayakkabı giyiniyordu. Gülümsediğinden dolayı gözleri kısılmıştı ve saat sabahın yedisi olmasına rağmen çok güzel görünüyordu. Büyülenmiştim. Basit bir kombindi ama ona çok yakışmıştı. Ben onu incelerken yanıma gelip oturdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
♡ Bianco e Nero ♡ // Taekook
أدب الهواةO gece siyah bütün benliğini beyaza teslim etti. TAEKOOK