21/9/18
Biliyorum.
Ayaklarımın altında koca bir dünya olsa, ben yine seni arardım.
Senden haberim olmadan geçirdiğim onca zaman kapının ardında beni izliyordu. Elimdeki kalemin titreyerek düştüğüne şahit oldum; seni düşünmek zihnimin ortasına bir mayın gibi düşüyor.
Elini kavradığımda parmak uçlarımdan başlayıp tüm bedenime yayılan bir sızıyla tanışıyorum. Gökay, ben seni ne zaman anımsayacak olsam, parmak uçlarımdaki yangınla tanışıyorum. Ankara'da okuduğunu öğreniyorum o gün. Bölümünden bahsediyorsun, henüz dördüncü sınıf olduğunu söylüyorsun ve ben; sen önündeki iki koca yılı dile getirirken gözlerindeki hiç olmayan heyecanı görüyorum.
Tıp okuduğunu anlıyorum o an. Benim yolum seninki kadar uzun olmadığından belki de geçen her anımı güzel değerlendirmek istiyorum. Avukat olacaktım ve hayalimdeki o idealist kadını oynayacaktım. Seni ilk gördüğüm günkü o mermer suratlı adamla karşı karşıya değildim o gün. Daha bir konuşkan, daha bir samimiydin. Sekizinci vagon bize iyi gelmişti. Yine de genel cerrahi istediğini ağzından cımbızla çekmiştim adeta. Eğitimin hakkındaki konuşmamız altı yedi dakikayı geçmemişti ama ben senin nasıl biri olabileceğin konusunda bir sürü düşünce geçirmiştim kafamdan.
"Yurtta mı kalıyorsun?" diye sorduğunda bakışların küçük valizime dokunmuştu. Başımı iki yana sallayarak karşılık vermiştim. "Geçtiğimiz ay eve çıktım bir arkadaşımla." O zamanlar heyecanlanınca devrik cümle kurma hastalığı geliştiren genç bir kadındım.
Şimdi olduğum konumdan baktığımda yirmi bir yaşındaki Yasemin'e çok kızıyorum. Ne var bu kadar heyecanlanacak sanki, diye soruyorum ona. Genç bir adamın kalp atışlarını bu denli hızlandırabiliyor olması işten değil.
"Sen?" diye sormuştum çekingen bir tavırda. Çimenlerde karşılaştığımızda yanında olan arkadaşından bahsetmiştin bana, Mete. Onunla fakülteden arkadaş olduğunuzu ve aynı evi paylaştığınızı söylemiştin.
Kendime kahve almak için kalktığımda nezaketen sana da sorma ihtiyacıyla dolup taşmıştım; sen de nazikçe reddetmiştin beni. Aslında nezaketen de değildi; kırk yıl etmezdi belki ama hatır hatırdı birkaç saatliğine de olsa. Benim hemen ardımdan gelip kahveni aldığında ben, romantik komedi filmlerindeki şapşal kızlardan biri olmuştum. İkimiz de kahveyi şekersiz, sütsüz seviyorduk.
Sonrasında sessiz olmak istediğinden konuşmak istemediğini düşünüyordum benimle. Kulaklığından yükselen şarkı, kaşıdığında kızaran beyaz tenin, ışığın etkisiyle büyüyüp küçülen göz bebeklerin... Her şey, bir adım karşımdaki bu adamı inceleme isteği doğurmuştu bende. Ne var ki sekizinci vagonda üç saat süren yakınlığımızın devamı üç beş cümleden ibaretti.
Tren durdu. Eskişehir Garı, kalabalığın içindeki tenha ruhları karşıladı.
Ellerim sırt çantamın kayışlarına yerleşmişken omzumn üzerinden sana bir bakış atarak "Hoşça kal." demiştim.
Hoş kaldın.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KANLI KRİZANTEM +18
Aksi"Söylesene sevgilim, bir toplu iğnenin ucunda kaç melek dans edebilir?"