2

184 19 36
                                    

Minho'nun hastalığı geçene kadar hiçbir şey yapmak zorunda değildi. Tek mutlu olduğu şey bu olabilirdi sanırım. Sabah kalkıp mükkemel görünmek yerine odasında rahat şekilde kahvaltısını yapabiliyordu. Keşke hep hasta olsam diye düşünmeye bile başlamıştı.

Babası ve annesiyle geçen kavgaları saymazsak gerçekten hayatı şu an iyiydi. İyileşmek istememişti resmen. Minho kahvaltısını yaparken Hizmetkar Minho'nun ilaçlarını getirip masaya koymuş, eğildikten sonra çıkmıştı.

Günlerden perşembeydi, Jeongin'in izin günü. Jeongin bir kraliyetten değildi, normal bir insan gibi yaşıyordu. Acaba o biliyor mudur gerçek dünyayı? Mutlu mudur acaba? Minho bunları aklına kazımıştı, yarın kesinlikle soracaktı.

Kahvaltısını etmiş, ilaçlarını içmiş, kitap okuyordu sessizce. Kraliyetten başka konulu bir kitap yoktu buralarda. O yine de seviyordu çünkü kendisi cesaretleniyordu.

Yarın olduğunda tekrar erken uyanmıştı. Elini yüzünü yıkayıp, Dişlerini fırçaladıktan sonra camdan dışarıyı izlemeye başlamıştı. Bir süre sonra Jeongin ona kahvaltısını getirdiğinde "Jeongin" Demişti.

Jeongin ellerini önünde birleştirmiş "buyurun Prens Minho" Demişti. Minho ona dönüp dizlerinin üzerinde dururken "Sen bu duvarların dışına çıkabiliyorsun değil mi?" Diye sorduğunda Jeongin kaşlarını çatmış, sorgularca "çıkabiliyorum, neden?" Diye sormuştu.

Minho heyecanla "Orası nasıl? Güzel mi? Gerçek dünya orası mı? Sen nasıl bir evde yaşıyorsun? Hayatın nasıl? Çocuğun var mı? Buradan daha mı güzel?" Jeongin üst üste gelen sorular ile kafası karışmıştı. "Prens Minho size bilgi vermem yasak." Minho'nun anında morali düşmüş, üzgünce "Ama neden!? Lütfen söyle bana!" Diye ısrar edince Jeongin ellerini yanına koyup "size diyebileceğim tek şey orası sadece kuralsız. Yemeğinizi ve ilaçlarınızı aksatmayın" diyerek gitmişti.

Minho parıldayan gözlerle "ÖZGÜR OLDUĞUNU BİLİYORDUM!" demişti. Jeongin kapının dışında burukça gülümsemiş, aşağı kata gitmişti.

Minho kendini bu işe fazlaca kaptırmıştı. Her gün kaçma planları yapıyor, acaba prensesi ile nerede tanışacağını düşünüyordu. Nasıl kaçabilirdi buradan? Dışarıda onlarca şövalye ve bekçiler vardı. Onlara görünmeden kaçması imkansızdı.

Ama belki Jeongin'in yardımı sayesinde kaçabilirdi, ama Jeongin yardım edemezdi, çünkü o da parası iyi olduğu için burada çalışıyordu. Tek işini kaybetmeye cesaret edemezdi. O da haklıydı.

Minho elini çenesine koyup bıkkınca nefes verdi. Nasıl kaçacaktı ki buradan? Tek düşündüğü buydu. Saatlerce, günlerce. Özgürlüğünü alana kadar pes edecek niyeti yoktu.

Kendine bir söz vermişti: eğer buradan kaçmayı başarırsa, prensesini bulup mutlu bir hayat yaşacağına dair kendine söz verdi.

Ama kaçarsa nerede kalacaktı? Ormanın içinde kalsa güvende olurmuydu ki? Ya da kendini savunabilir miydi? Gerçekten bunu yapabilmesi için büyük bir cesarete ihtiyacı vardı. O hayatında hiç kılıç tutmamıştı.

Kitaplardaki hayatlar dışında başka bir hayali yoktu onun. Bu iğrenç geleneği devam ettirmeye niyetide yoktu. Kalbi sadece özgürlük peşindeydi ve bu yolu bırakmayacaktı.

Jeongin günün akşam saatlerinde tekrar odasına gelmişti. "Prens Minho anneniz sizi salona çağırıyor" Minho kitaptan başını kaldırıp ona baktığında "önemli mi?" Diye sordu sadece. Jeongin başı ile onaylayıp "Evet önemli olduğunu söyledi ve sadece insin başka bir şey istemiyorum dedi." Minho onayladığında Jeongin gitmişti.

Sayfayı bitirdikten sonra kitabın ortasına ayracını koyup salona gitti. Annesi güler bir yüzle karşıladığında bir şeylerin doğru gitmediğini anlamıştı. "Otur Minhocuğum" Minho isteksizce yanına oturduğunda annesi onun ellerini tuttu. "Biz babanla konuştuk ve bir karara baş vurduk."

Minho içinden 'sizin kararınızsa kesinlikle berbattır.' Demişti. "Dinliyorum" Annesi baş parmağı ile elini okşarken "sling kırallığından Prenses Rose ile senin evlenmeni ve bu geleneği devam ettirmenizi istiyoruz. Nasıl olsa büyüdün, yirmi beş yaşındasın." Minho kaşlarını çatmış, ellerini geri çekmişti. "Anne ben onu tanımıyorum bile!?"

"Merak etme tanışırsınız iyi bir kız, hem yarın bizim eve gelecekler" "NE!? ANNE BEN DAHA İYLEŞMEDİM!" Minho telaşla ayağa kalktı. "Merak etme Minho onlara söyledim. Prenses Rose senin odanda duracak" "NE?"

Ve işte bu defa prensesini bulmak istememişti, böyle bulacağını düşünmemişti. O gün gelip çarptığında Minho takım elbiseler ile ter temiz ve bir o kadarda parıldayan odasına bakıyordu. Kızın kim olduğunu bile bilmiyorken neden onunla evlenmek zorundaydı? Aşk gerçekten bu muydu? Sadece evlenip, çocuk yapıp, gelenek devam ettirmek miydi?

Stresten bacağı titrerken parmağındaki yüzükle oynamaya başlamıştı. Hemen evlenmeli miydi? O kadar kötü ve boğucu bir havaya sahipti ki oda, takım elbise adeta boğuyordu onu.

Ve şu an prenses Rose ile karşı karşıyaydılar. O güler yüzlü, gerçek veya sahte umurunda değildi. Sarı saçlı, kahverengi gözlüydü ve en çok dikkat çeken dudaklarıydı. Evet tam bir prensese benzese de o bunu beklemiyordu.

"Merhaba prens Minho ben prenses Rose" diyerek elini uzattı. Minho'da onun elini sıkıp "memnun oldum prenses Rose" Demişti. Minho'nun isteksiz yüzünü fark eden Rose "İyi misiniz? Bir şeyiniz mi var?" Diye sormuştu.

Minho derin bir nefes vermiş, onun gözlerine bakmıştı. "Yani aslına bakılırsa mutlu değilim. Ben prensesimi böyle bulmayı beklemiyordum." Rose sıcak bir gülümseme sunmuştu Minho'ya. "Aslına bakılırsa bende prens bulmayı beklemiyordum" Minho kaşlarını çatmış ona bakarken "nasıl yani?" Demişti.

"Ben prens değilde, prenses istiyordum aslında. Annem ve babam eşcinsel olduğumu öğrendiklerinde hiçbir prensesin yanına yaklaştırmadılar beni. Prenslere karşı aşk duygum yok, hissedemiyorum ama bunu anlamıyorlar. Aynı cins sevgili olamaz, olursa çocuğunuz olmaz gibi saçma şeyler söylüyorlar." Minho prensesin bu kadar açık sözlü olmasına şaşırmıştı.

Minho gergince "Hiç erkeklerden hoşlanmadım. Sanırım seni anlayamam ama kalbin kimi severse onu seviyor. Kız erkek fark etmeksizin.
Benim sevdiğim biri hiç olamadı bu zamana kadar ben sadece bu lanet kraliyetten kurtulmaktan başka bir şey istemedim." Prenses Rose anlamış gibi başını salladı ve gülümseyerek Minho'nun ellerini tuttu.

"Seni bu duvarların arkasına çıkarabilirim" Minho'nun gözleri parıldadığında "Ne? Gerçekten mi!?" Prenses Rose onun ağzını kapatmıştı hızlıca. "Şhht! Dışarıda bekçiler duruyor bizi duysunlar mı istiyorsun?" Demişti sessizce. Minho başını iki yana salladığında

"Sizin kraliyetin arka duvarında bir kırık var. İki gün sonra orayı tamir edecekler. Şansın varken oradan kaçmayı dene. Ama bunu yaparken kesinlikle dikkatli ol" elini onun ağzından çektiğinde "iyide arka tarafa kimse gitmez ki?" Dedi Minho.

"Ön taraftan gizlice kaçmayı başarırsan arka taraf senin için çok kolay olacaktır. Ön tarafta bir sürü bekçi ve şövalyeler vardı." Minho anlamış gibi başını aşağı yukarı salladı. "Çok teşekkür ederim Prenses Rose size nasıl teşekkür edebilirim?"

Prenses Rose gülümsedi ve elini onun omzuna koydu. "Tek istediğin hayalini gerçekleştirmen prensim. Ormanın bir yerlerinde gizli bir mağara evim var. Bir keresinde bende kaçmıştım ve orayı bulmuştum. Geri dönmek kendi fikrimdi, eğer orayı bulursan kullanabilirsin."

"İyi de orayı nasıl bulacağım?" "Ağaçlarda sarı el izleri var. Yolunda da çimler kazınmış şekilde" Minho gülümsedi ve "Peki orası bu yerden daha mı iyi?"

"Kesinlikle."

Save Me / MinchanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin