"Minho senin bir suçun yok, yanımda olacaksın zaten, hem Jiyoo izin vermese bile gizlice kılıç derslerine katıldım. "
Prens kendini suçlu hisseden korsan'ı daha iyi hissettirmek için dil döküyordu ancak bir işe yaradığı yoktu.
"Güzelim, bu öyle bir kaç kılıç dersiyle olacak iş değil. Zengin gemiler çok iyi korunuyor ve tehlikeli. Seni o karanlık dünyaya sokmak istemiyorum"
Jisung gülerek, oturduğu sandalyeden kalkıp korsanın yanına, koltuğa oturdu. Elini Minho'nun dizine koyarak düşünceli gözlerin kendi kahveliklerine bakmasını sağlamıştı. "Sen nasıl korsansın böyle ya, sert olman gerekmiyor mu? Resmen küçük bir bebek gibi somurtuyorsun"
Minho'nun anında kaşları çatılmıştı. Bebek mi? "Ben mi bebeğim? Kaç kişinin lideriyim haberin var mı? Kaç kişi beni gördüğünde titriyor biliyor musun?"
Bakır saçlı oğlanın değişen yüzüyle eğlenen prens iyice korsan'a dönüp yaklaşarak elllerini onun omzuna koymuştu. "Hm bilmiyorum ama benim korsanım şu an bir bebek"
Tek kaşı havalanmıştı korsan'ın. Öylece koltukta duran elleri, başından beri bağımlısı olduğu prens'in ince belindeydi şimdi, ardından tuttuğu gibi koltuğa yatırmıştı Jisung'u. Şaşkınlıkla açtığı gözleriyle ona bakan oğlana yarım ağız sırıtarak ellerinden birini dolgun yanağa çıkarmış okşuyordu. "Kendimi tanıtmadım sanırım sana, güzelim. Olduğun bu ada'nın varisi, buradaki herkesin lideri ve en önemlisi kimsenin savaşmaya cesareti olmayan korsan Lee Minho. Böyle de olmadı sanki? Daha iyi tanıman için ne yapsak ki"
Ateş saçan gözlerinin aksine yanağını şefkatle okşayan ellerin sahibi prens'i telaşlandırmıştı. Telaşlanmasının sebebi rahatsız falan olması değildi sadece Jisung için bu hisler yeniydi. Ellerini üstündeki oğlan'ın göğsüne koyarak itmeye çalıştı. "Yok anladım ben. Tamam bebek değilsin, izin ver şimdi işim var"
"Ne işin var?" Olabilirmiş gibi daha çok prens'in yüzüne yaklaştırmıştı yüzünü korsan.
"Şey yapacaktım"
"Ne yapacaktın?" Korsan konuşurken nefesi artık prensin dudaklarına çarpıyordu. Önündeki pembe dudakları öpmemek için direniyordu çünkü prens'le uğraşmak istiyordu biraz.
"Ben..kardeşimi görmeye gitmeliyim" Korsanın zayıf anından yararlanmış, aradan sıvışıp koltuktan kalkarak kapıya koşar adımlarla gitmişti prens.
Kapı sesiyle yeni kendine gelen Minho bir boş koltuğa birde kapıya baktı. Ardından kollarını çekerek koltuğa boylu boyunca sırtüstü uzanmıştı. "Korkuttun prens'i Minho. Korsanım, liderim falan neden söyledim ki, yoksa gitmezdi zaten" Kendi kendine konuştuğunu farkeden oğlan anında hareketlenip yattığı koltukta oturmuştu, ardından başını arkaya atarak koltuk başlığına koydu ve gözlerini kapattı.
O sırada prens gergin şekilde yürüyordu gittiği yola bakmadan. Yaşadıklarından sonra ani olduğu için kaçmıştı korsandan ama şimdi de mutlu değildi. Kafasındaki düşünceleriyle yürürken omzunda hissettiği tutuşla durarak arkasına döndü.
"Jisung? Sonunda durdun! Sesleniyoruz iki saattir duymuyor musun? Hem sen nereye gidiyorsun böyle, burdan sonra ev yok"
Prens etrafına bakıp Seungmin'in haklı olduğunu anlamıştı evler yoktu artık. "Dalgındım, duymamışım sizi üzgünüm"
"Orasını anladım zaten. Ne olduğunu anlatmak ister misin? Chan'ı gönderirim hemen"