Asansörün otopark katına inmesi otuz saniye sürüyordu. Son kez asansörde fotoğraf çektikten sonra asansörün kapısı açıldı. Babamın meşhur sözcükleri dudaklarından döküldü.
'Araç bin.'
Kız kardeşim her zaman babamın arkasındaki koltukta otururdu. Erkek kardeşim ortada daha küçük olduğu için. Büyüdüğünde nerede oturacağına dair bir fikrimiz şu anlık yok. Ben de annemin arkasındaki koltukta otururdum.
'Koç ailesi yolumuz uzun sürecek, hazır mısınız yeni hayatımıza.'
'Ay, baba. Yeter artık. Hazırız, ben yola çıkmadan yoruldum. Şimdi ben uyuyacağım ve eve geldiğimizde beni uyandırın. Molalarda beni sakın uyandırmayın.' dedi kız kardeşim.
Öyle de oldu. Yolculuğumuz başlayalı yarım saat olmadan kız kardeşim uyudu. Bir saatini doldurduğumuzda da erkek kardeşim uyudu.
Annem çoğu zaman babam mola verdiğinde biraz kestirirdi. Yol on saatten de uzunsa annem dayanamaz ve uyuyakalırdı. Babamın da çoğu zaman hiç uyumadan yirmi saatlik araba kullandığı yolculuklarımız olmuştu. Bana gelecek olursak, uzun yolculukları çok fazla severim ve hiç uyumam. Genelde gittiğim yolları unutmam. Babamla beraber bir spotify listemiz bile var. Uzun yolculuklarda dinlediğimiz. Herkes uyuduğunda da kahve içmek için en az iki mola veririz. Bu molalarda da çoğu zaman uyuyan herkes uyanır birbirine kızar sonra uyumaya devam ederdi.
'Lidya uyuyor dimi?' dedi annem.
'Eee kız uyuyacağını söylemişti zaten.' dedim.
'Uyusun, o yüzden söylemedim, şu yastığı ver kafasının altına koysun. Boynu ağrıyacak.'
'Anne bana ver sen onu ablamın dizinde yatayım, biraz uykum geldi.'
'Daha yola çıkalı yarım saat oldu nasıl hemen uykunuz geliyor dedim, üstelik saat daha on bir.'
'Sabah erken uyandılar karışma uyu sen de.' dedi annem.
'Yok, benim telefonumu bağlasanıza, biraz müzik dinleyelim.'
'Dur, sakin sakin gidiyoruz işte.'
'İyi tamam.' dedim ve kendi kulaklığımı çıkardım.
Lidya kafasını cama yaslamış uyuyordu. Erkek kardeşim de ayaklarını Lidya'nın üzerine uzatmış, annemin uzattığı yastıkla benim dizimde yazıyordu.
Uzun bir yolculuk olmasa da yolculuğumuzun son bir saati kalmıştı diyebilirim. İstanbul trafiğinden dolayı. Tam işçi çıkış saatine denk geldiğimizi söyledi babam. Yoksa on beş dakika ya sürer ya sürmezdi evimize ulaşmamız. Boğaz köprüsünden geçerken o kadar büyülenmiştim ki. Trafik olduğuna biraz da sevinmiştim en azından boğaz köprüsünden geçerken hızlıca değil de yavaş yavaş geçtik. Detaylara odaklanmayı, içinde taşıdığını anlamak, anlamlandırmaya çalışmak her zaman bana daha çekici gelmiştir. Bir kitapta okumuştum İstanbul'la ilgili şu cümleler yazıyordu;
'Ah be İstanbul, sen değil misin bir boğaz uğruna koca şehri ayıran. Kim bilir ne sevdaların ahı var üzerinde kavuşmuyor iki yakan.'
Adına şiirler, şarkılar, kitaplar yazan o şehri görmek bana da nasip olmuştu. Anlatıldığı kadar olacağına emindim, birazcık alışmamam gerekiyordu. Yalnız bir saat olacağını düşündüğümüz trafik iki saat olunca sıkılmaya başlamıştım. Yorulmuştum da. Bir an önce eve gitmek istiyordum. Annemin nasıl dizdiğini de çok merak ediyordum.
'Dayanın çocuklar, çok az kaldı.'
'Baba, meraktan öleceğim.'
'Gerçekten çok az kaldı, bak geldik hatta.'
'Oh, çok şükür. Uyuyan uykucuları uyandırıyorum.'
'Bebeklerim hadi uyanın diye sarstım ikisini de.'
Lidya'nın siniriyle uğraşamazdım. Uyanınca aşırı agresif oluyor. Selim'i de uyandırdım ve tekrar yüksek bina gördüğüme aşırı sevindim.
'İlk sürprizimiz buydu. Bu sefer on beşinci kat. Herkes için uygun mu.' dedi annem.
En çok buna sevinmiştim, yüksek binalarda yaşamayı çok seviyordum. Ayrıca bahçesi de kocamandı. Tam merkezde olması tam anlamıyla mükemmeldi.
'Harika, bakalım annem bizi ne kadar tanımış ve odalarımızı nasıl yapmış.'
Merak ettiğim ikinci konu buydu. Telefondan her ne kadar resimlerini göstermiş olsa da gerçekte görmek farklı olacaktı.
'Yatağımın rahat olması benim için yeterli olacak. Yarın dekorasyonu değerlendireceğim.' dedi kız kardeşim.
'Eee hadi gidelim artık, çok heyecanlandım.'
Binanın içine girdiğimizde bizi ilk sağda ve solda olmak üzere kenarları altın renginde aynalar karşılıyordu. Biraz ilerledikten sonra iki asansör sol tarafta kalıyordu, karşısında ise yangın merdivenleri vardı. Asansöre bindik ve on beşinci kat yazan düğmeye bastık.
Asansörden indiğimizde solda bir kapı, sağa doğru yürüdüğümüzde bir koridor vardı. Koridorun iki ucunda da kapı vardı. Bizim ev solda ve diğer kapılara uzak olan kapıydı. Evin numarası dikkatimi çekmişti.58.
Diğer evden bir fazla. Babam kapıyı açtı ve içeri girdi. Daha sonra arkasından Selim, annem, Lidya ve ben girdim. Girer girmez bizi büyükçe bir hol karşılıyordu. Kapının tam karşısında aynalı portmanto vardı. Girişimiz bu kadardı ve ben eve aşık olmuştum bile. Tam karşıda mutfak onun yanında salon vardı. Portmantonun yanında benim ve Lidya'nın odası vardı. Karşımızda yatak odası ve erkek kardeşimin odası yan yana olacak şekilde ayarlanmıştı.
Hızlıca her odaya tek tek baktım ve sıra kendi odama geldi. Annem bütün odaların kapısını sürpriz olması için kapatmıştı. Ufak bir nefes aldım, elim kapı kilidine gitti ve kapıyı açtım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ASLINDA O YOK
Roman pour AdolescentsHiç sevilmediğiniz bir yeri düşünün orada kalmaya devam eder miydiniz? Ya da orada kalmak için diretir miydiniz? Bazen bir şeyi o kadar çok isteriz ki, ne yapacağımızı şaşırırız, doğru kararlar veremeyiz. Nedeni de olmaz bu hislerin. Sen neden sev...