Dalgaların kıyıya yavaş yavaş vuruşunu duyabiliyordum, okyanusun kokusunu alabiliyordum, güneşin ışıklarını üzerimde hissedebiliyordum, suya yansıyan ışıklar gözlerimi kamaştırıyordu. Ve o derin, yoğun nergis kokusu. Gözlerimi kapattığım her an ordaydım, ister evimin balkonu olsun ister en gözde Paris sokaklarından biri hiç fark etmiyordu gözlerimi her kapattığımda kendimi Monterey'de buluyordum. Evet, günlüğümü okudum ve bu bana her ne kadar acı verse de bazı şeyleri kabullenmek zorundayım.
Temmuz 2002,
Bugün gökyüzü her zamankinden biraz daha parlak ve açık, kumsal her zamankinden daha renkli, yeşilin mavinin ve kumların rengi her zamankinden daha güzel. Denizin kokusu her zaman olduğundan daha da güzel. Bugün sahilde olmak bambaşka, nergislerin kokusu bambaşka, papatyaların kokusu bambaşka. Güneş bugün yakmıyor, ısıtıyor. Rüzgâr sadece esmiyor beraberinde güzel şeyler getiriyor güzel şeylere hazırlıyor. Aynı hisleri tekrar ne zaman bu kadar derin ve güzel yaşayacağımı bilmiyorum. Umarım bu hislerin özlemini çekmem, bir hissi özlemek birini özlemekten daha ağırdır. Çünkü hissetmek kolaydır ama tekrar yaşamak... Zor olan her zaman bu olmuştur.
James'ın bana çıkma teklifi etmesinin üstünden bir ay geçti. Gerçekten ne salak bir çocuk diye düşünmeden edemedim. Okulun kapanacağı günü beklediğine inanmıyorum, bir de bunu bütün okulun gözü önünde yaptı. Bu ne kadar cesurca bir hareket olsa da biraz utanç vericiydi ama hoşuma gitmedi de değil. Bu şaşırtıcı ve utanç verici aşk itirafından sonra Taylor ve Daniel onu dövdü, okul müdürü onun ailesini ve bizimkileri okula çağırdı. Şapşal çocuk dudağı patlakken bile bana gülümsüyordu. Başımı iki yana salladım, o ise omuz silkti Anlaşılan vazgeçmeye niyeti yoktu
Bugün ise beraber sahilde yürüyüş yaptık, bana bir demet nergis verdi. İlk defa biri bana çiçek almıştı. Nergisleri sevdiğimi nerden bildiğini sormadım ona karşı ilgili görünmek istemedim. Teklifini kabul etmemiştim ama reddetmemiştim de ne yapacağımı bilememiştim çünkü ve bu konu hakkında konuşmasını istemiyordum ama konuştu. "Bir daha ne zaman buluşabiliriz?" dedi önce "bilmiyorum" diyerek omuz silktim "Cumartesiye ne dersin?" "iyi de daha bugün Cuma" "Olsun işte zaman çabuk geçmiş olur" gülümsedim. "Teklifimi hemen kabul etmek zorunda değilsin ama arkadaşça vakit geçirmekten zarar gelmez" dedi ve gülümsedi.
Okumayı bıraktım, masanın üzerinde duran sigarayı alıp yaktım. "Bugün günlerden Cuma" diye mırıldandım. Kendimi hayali dalgaların arasına bıraktım. Aslında tam olarak hayal miydi yoksa gerçek mi onu bile anlayamaz olmuştum. Apartmanların arasında sıkışıp kalmış hayatım aslında koca bir yalandı. Günlüğü ilk okuduğumda kendime ilk dediğim şey bu olmuştu. Koskocaman bir yalan. Hissiz duygusuz geçen onca sene koca bir yalandan ibaretti. Doğruymuş, kuyudan çıkan gerçek gerçektende çırılçıplakmış.
"Ben geldim!" Antoni'nin sesini duyar duymaz kendime geldim, kâğıtları hemen okuduğum kitabın arasına koydum, onun bilmemesi gerekiyordu. Elimdeki sigaraya ve pakete baktım saklayıp saklamamak konusunda kararsız kaldım, saklamadım. "Sigara mı içiyorsun?!"
"Belki" dedim dumanı üfledikten sonra. Pakete doğru hamle yaptı ama ona engel oldum. "Karışma"
"Bunu konuşmuştuk Eleanor"
"Gördüğün üzere işe yaramamış" dedim iğneleyici bir tonda bunu ister istemez yapıyordum elimde değildi.
"Peki ama neden? Bunu neden kendine yapıyorsun?"
"Belki de kafamdaki örümcek sandığım gibi beni terk etmemiştir" dedim ayağa kalkarak, masanın üstünde duran eşyalarımı aldım. "Sadece kısa bir molanın ardından geri gelmiştir" dedim ve gülümsedim
"Tatlım neden böyle yapıyorsun?" içeri girerken arkamdan seslendi oralı dahi olmadan yoluma devam ettim.
"Çünkü kendimi böyle daha rahat ve mutlu hissediyorum. Hep önemli olanın bu olduğunu söylemez misin?"
"Evet, öyle ama" mutfak masasının önünde durdum elimde eşyalarla kolumu iki yana açıp ona döndüm ve konuştum.
"Ama ne?" derin bir iç çekip yüzüme baktı, söyleyecek kelimesi yoktu ve tartışmak istemiyordu. "Ben de öyle düşünmüştüm" dedim. Sesim ister istemez buruk çıkmıştı. İnsan bir şeylerin değiştiğini anladığı zaman sesi ister istemez buruk çıkar. Değişim her zaman bir burukluk bırakır. Ne olursa olsun. Uzun bir süre sessizliğin ardından ilk konuşan o oldu konuşmasını beklemek sanki aylar sürmüştü.
"Seni mutlu etmek için her şeyi yaparım bunu biliyorsun değil mi?" Her şeyi mi? Diye geçirdim aklımdan. Fırsat bu fırsat olabilir miydi?
"Ne istersem mi?" dedim. Eğer gerçekten bir senaryodaysak ve kışkırtıcı olayımı yaşadıysam- ki yaşadım- entrika noktasına gelmiştim. Şimdi ise önümde iki seçenek vardı ya gerekli hamleyi yapıp entrika noktasına giriş yapacaktım ya da hamleyi yapmayıp entrika noktamı öteleyecektim bütün işi oluşuna, kadere bırakacaktım. Yani Tanrıya.
"Ne istersen, ben yapmaya hazırım"
"Amerika'ya geri dönmek istiyorum" sözcükler ağzımdan pat diye çıkıvermişti, kendiliğinden ve hiç düşünmeden. Çünkü düşünülecek bir şey yoktu ben Tanrıya çoktan küsmüştüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Deux ex machina
ChickLit"Şuan Quai de Jemmapes'te seninle tanıştığımız bankta oturmuş beni bekliyorsun bunu hissediyorum daha doğrusu önceden gördüm de denilebilir ama sen böyle şeylere inanmıyorsun mantıksal ve somut şeylere inanıyorsun ne yazık oysaki uzun zaman önce eli...