Dükkânın kapısındaki kapalı yazısı hala sabah bıraktığı gibi ters çevrilmiş duruyordu. İhtiyar ile tartıştıktan sonra ihtiyar suçluluğunu kabullenemeyip tezgâhın yanında duran bütün tatlıları Taeyong ile James fırlatmış, bütün kahve ve çay kavanozlarını kırdıktan sonra kapıyı çarpıp çıkmıştı.
Ona kalırsa o hiçbir zaman suçlu değildi. Ona yalan söylenmişti. Kandırılan oydu. Yüz çevrilen oydu. Terk edilen yalnız bırakılan oydu. Şimdi ise kalkmış sözde kızı ölmedi diye onu kandırıp suçlayan ise karşısında dikilen nereden çıktığı belli olmayan bir sürü dosya ile kasabaya gelmiş Asyalı avukat ve ömrü hayatı boyunca hiç sevmediği ama saygı duyduğu o centilmen adamdı. Ancak artık ona saygı duymuyordu. O pislik kinci iğrenç bir insanın tekiydi. Gerçek yüzünü göstermişti. Bu yaptıkları onun ve ailesinden aldığı intikamdı ve o bu oyuna dâhil olmayacaktı. Dükkânımı dağıtırken James'e sarf ettiği sözlerin birazıydı bunlar.
"Yalan söylemek gibi olmasın ama bunca lafın arkasından ıhlamurun parasını vereceğini düşünmemiştim"Taeyong'un sözleri sadece Sam ve ikisini güldürmüştü. James'i güldürmemişti. O kıpkırmızı olmuş gözlerimle camdaki yansına bakıp yansımamın diğer tarafında olan hırçın dalgaları izlemeye devam ediyordu.
İhtiyar Solo, dükkânı mahvettikten sonra dağınıklığa dokunmamıştı. Sadece öylece durmuş ve beklemişti. Cevap dahi vermemişti. Serinkanlılığımı korumam lazım diye düşünmüştü. Ona da hak vermem lazım. Benim yaşadıklarımı belki de daha beterini o yaşadı diye düşünmüş ve hiç kıpırdamamıştı ama bu onun da acı çekmesini istediği gerçeğini değiştirmemişti. Andrew Hudson bu sefer daha hırçın, daha acımasızdı. Kızı gitmişti ve bu sefer onun iyi olduğunu ona söyleyecek biri yoktu. Onu geri getirecek biri yoktu. Güvende tutacak biri yoktu. Bu onu yeteri kadar korkutmuş ve üzmüştü. Ailesi dağılmıştı. Direği olması gereken aileyi kendisi onu öldü kabul ederek yıkmıştı. İki senedir ona gelen bu koca ağırlığı bugün taşıyamamış ve altında ezilmişti. O bunu hak etmişti.
Dağınıklığı öylece bırakıp eve gittiklerinde ise James yükün ağırlığı altında ezilmişti. Kapının önünde anahtarı deli sokarak yaklaşık yarım saat kapıyı açmadan beklemişti. Taeyong onu anlayabiliyordu bu yüzden sesini çıkarmadan o da onla beraber kapının önünde bekledi.
"Yapabileceğimi sanmıyorum" demişti James yarım saatin sonunda gözünü kapıdan ayırmadan.
"Yolun sonunu göremeyen insanlar yolun başında korkarlar Bay Obel. Bu gayet normal ama siz o korkak insanlardan değilsiniz ve yolun başını çoktan geçtiniz. İsterseniz sizin yerinize kapıyı ben açabilirim ama o zaman siz bu kapıyı bir daha açma cesaretini gösteremezsiniz. Eşiniz için kapıyı sizin açmanız lazım. Cesur olun Bay Obel" Taeyong'un sözleri üzerine James'in elleri güç bela anahtarı tutup çevirdi. Her çevirişinde sanki vücuduna mermi isabet ediyormuş gibi hissetti.Anahtarı üç kez çevirdi. Dördüncü çevirişinde kapı açıldı.
Kapıları kapatmak kadar açmakta zordur. James uzun zaman önce bu kapıyı kapata bilmek için kendiyle güçlü bir savaşın içine girmişti. Tek başına ve zorlu bir savaş. Çok acı çekmişti. Ona zor gelen hayaleti içeri kapatmak değildi hayaleti bırakabilmekti. İşten geldiğinde kapıyı açıp içeri girmeden kapının eşiğine oturup sessizliği dinlediği geceleri zar zor bırakabilmişti. Şimdi ise o zar zor kapattığı kapıyı açmıştı ama bu sefer yalnız değildi.
Kapıyı açtığında tam da tahmin ettiği gibi olmuştu. Ellie'nin hayaleti içerdeydi ve onu bekliyordu. Taeyong, James'in yanındaki boşluktan içeri girerken gözlerini etrafta gezdirdi. İki katlı küçük bir evdi. Parkeleri ahşaptandı. Açık veya koyu olanlardan değil turuncu gibi olanlardandı. Duvarlar krem rengiydi. Salonda küçük bir kilim ve o kilimin üstünde duran yuvarlak bir sehpa vardı. Sehpanın üstünde birkaç tane kitap ve yarısı içilmiş su duruyordu. Suyun etrafında gezen sineklerden uzun süredir orada olduğu belliydi. Sehpanın hemen dibinde sehpa ile arasında neredeyse hiç boşluk olmayan iki kişilik bir koltuk duruyordu. Koltuğun üstündeki yastıklar ve battaniye olduğu gibi bırakılmıştı. İkili koltuğun sağındaki tekli koltuk ikiliden biraz daha büyük ve maviydi önünde yine diğer koltuklarla alakasız çiçek desenli bir puf duruyordu. İkili koltuğun solunda ve tekli koltuğun solunda üst üste bir sürü kitap duruyordu. Tek farklı olan şey ikili koltuğun sol tarafında kitapların üstünde duran ayıcık desenli lambaydı. Tekli koltuğun soluna doğru ilerleyip mutfağa geçti, mutfağa doğru yürürken başını kaldırıp salonla mutfağı ayıran üst kolonun üstündeki yazıyı okudu. Deux ex machina. Tam mutfakla salonu ayıran girişten ilerleyip mutfağı inceledi. Büyük bir mutfak masası hemen önünde duruyordu. Masanın etrafında masayla uymayan alakasız sandalyeler vardı. Masanın üstü küflemiş meyve kabuklarıyla doluydu, istemsizce burnunu tıkadı. Koku berbattı. Mutfak masasının solunda büyük bir kitaplık vardı o da kitapla doluydu. Masanın sağında ise büyük bir Amerikan mutfak vardı. Adanın üstü de masanın üstü gibi çürümüş meyvelerle doluydu. Bir lambada adanın üstünde vardı. Mutfak dolapları da parkeler gibi ahşaptı. Dolapların üstünde bir sürü sonradan çizildiği belli olan çiçek resimleri vardı. Çoğu küçük mavi çiçeklerdi. Mutfak kısmında bütün mutfağı kaplayacak şekilde arka bahçeye açılan camlı sürgülü büyük kapılar vardı. Taeyong bahçeye göz gezdirirken çimlerin bile öldüğünü gördü. Güzelim ev gerçekten de terk edilmişti. Dolap kapanlarının üstündeki çiçekler olmasa burada birilerinin yaşadığını düşünmezdim diye aklından geçirdi.
"Unutma beni" dedi arkasından bir ses o dolaplara bakarken. İrkilerek başını sese doğru çevirdi. James, mutfakla salonu ayıran girişte duruyordu. Sandalyelerin birine yaslanmıştı. Ayakta kalmak için güç topluyordu sanki. "Çiçeklerin adı bu, beyaz olanlar ise nergis. Ellie nergisleri sever."
"Burayı daha temiz tutmalısınız, eşiniz geldiğinde mutfağı bu halde görmek isteyeceğini sanmıyorum." James gülümsedi. Buruk bir gülümsemeydi.
"Buraya en son geldiğimde müşteriler için meyve suyu hazırlıyorduk." Dedi masadaki meyve kabuklarını göstererek. " Herkesin kahve içmeyeceğini söyledi özellikle çocuklu müşterilerin çocukları içinde bir şey yapmalıydı." James çocuklardan bahsederken yutkundu. Taeyong konuyu değiştirmesi gerektiğini fark etti.
"Etraf kitaptan geçilmiyor. Eşiniz kitap okumayı sever miydi?"
"Evet. Asıl mesleği editörlüklü. Kendisi İngiliz Dili ve Edebiyatı mezunuydu. Yazmayı ve okumayı severdi. Birkaç defa senaryo yazmayı denedi ama o pek onluk bir iş değil. O daha çok romanlara ve hayal dünyasına aitti. Her zaman bir fikri vardı anlatmak için çabalardı. Editörlükten boş bulduğu zamanlar da beraber çalışırdık. Son zamanlarda çok bir işi yoktu. Nedense işi bırakmayı bile düşündüğünü düşünecektim."
"Eşiniz yazmayı seviyorsa muhakkak sizle olan anılarını ve günlerini de yazmak isteyecektir. Tutuğu bir günlük var mıydı?" James başını salladı ve yukarı yöneldi.
"Her zaman bir şeyler yazdığı yeşil bir defteri vardı." Taeyong ile beraber ikinci kata çıkıp kısa bir holden geçip sol taraftaki odaya girdiler. Burası ikisinin yatak odası olmalıydı. Tavanı basık ufak tefek ama en olarak geniş bir odaydı. Odanın camının önünde küçük çekmeceli bir masa vardı. "Bazen uyuyamadığında buraya oturur bir şeyler yazardı ya da izlerdi. Defteri hep bu çekmecede saklardı" James ilk çekmeceyi açtı ama boştu. Tamamen boştu. Bir terslik vardı. Taeyong bunu sezmişti. James biraz durup hazmettikten sonra ikinci ve üçüncü çekmeceleri açtı, kâğıt ve birkaç fotoğraftan başka bir şey yoktu. Durdu. Çekmeceleri kapatmadan hızla giysi dolabını yöneldi dolabı açıp içini karıştırdı. Kesinlikle bir terslik vardı Teayong artık kesinlikle emindi. James dolabı da delik deşik etti ama yine aynı sonuçla karşılaştı. Defter yoktu. Bu sefer büyük çekmeceli dolabın her yerine baktı. Defter orada da yoktu. Yatağın altına baktı, komodine baktı yoktu. Kendi komodinine bile baktı ama yoktu. Ellie'nin dibinden ayırmadığı lanet yeşil defter hiçbir yerde yoktu.
"Kitapların arasında olabilir mi?" James düşüncelerinin arasında Taeyong'a hayır anlamında kasa salladı.
"Ellie titizdir. Düzenini bozmaz. Defteri yanından asla ayırmaz nereye koyarsa orda kalırdı." James biraz daha düşündü. "Belli başlı şeyleri hep yanında taşırdı" diye başladı belli belirsiz. Aniden fotoğrafların ve albümün olduğu çekmeceyi yerinden söküp yatağa boşalttı ve karıştırmaya başladı. Tahmin ettiği gibi o da yoktu.
"Bay Obel sorun ne?"
"Sorun mu bilmem ama bence çok büyük bir şey yakaladık Kim" deyip cebinden cüzdanını çıkardı ve içinden katlanmış bir fotoğraf çıkartıp açtı. Taeyong'un göz hizasına getirdi. Bu James ile Ellie'nin düğün fotoğrafıydı. Sahilde, çiçeklerden oluşan kemerin altında ikisi büyük bir mutluluk ve heyecanla kameraya bakıp gülüyordu. "Bu fotoğraftan sadece iki tane var. Ve şuan sadece bir tanesi elimizde"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Deux ex machina
ChickLit"Şuan Quai de Jemmapes'te seninle tanıştığımız bankta oturmuş beni bekliyorsun bunu hissediyorum daha doğrusu önceden gördüm de denilebilir ama sen böyle şeylere inanmıyorsun mantıksal ve somut şeylere inanıyorsun ne yazık oysaki uzun zaman önce eli...