Hiç acı eşiğinizin kaç olduğunu düşündünüz mü? Acıya ne kadar dayanıklı olduğunuzu. Kast ettiğim fiziksel acı değil, ruhsal olan acı. Aslında bakarsanız acı diye kast edilen şey karşınızdaki kişinin veya cismin size vereceği zarardan kaynaklanan korkunun dışa vurumu. Evet, doğru duydunuz insanlar size zarar verebilir. Bunu daha çok bir kelimeyle, bir davranışla yaparlar ki bu ruhsal acı dediğimiz şeydir ve fiziksel olandan daha çok acır, yara genelde asla kapanmaz orda durur arada bir sadece kabuk bağlar. Ölüm de aynı etkiyi yaratır. Ölüm, tanrının sizin üzerinizde bıraktığı ruhsal acıdır ve o asla kabuk bağlamaz.
Monterey kasabasında o gece bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu, yağmurun yağması ekimde çok sık görünen bir durumdu ama bu gece sanki pek de sırası değildi. James öyle düşünüyordu en azından. Yaşananlardan sonra ilk defa cesaret gösterip o sokağa sapmıştı, evin önünde durmuştu. Kararlıydı, konuşacaktı onunla, çözecekti her şeyi, bana yardım edecek birini buldum onun bulacak ve göreceksin, onun ölmediğini göreceksin işte böyle bağıracaktı suratına eğer kapıyı çalabilseydi ben kazandım ihtiyar diyecekti ama bunu o salak sahte cenaze töreninden beri yapamamıştı.
Ocak ayıydı, inatçı keçi sonunda dediğini yapmıştı. O gün de aynı bu günkü gibi yağmur yağıyordu hatta belki de daha fazla, bütün herkes kiliseye toplanmış boş tabutun önünde pederin duasını bitirmesini bekliyordu. En ön sırada Hudsonların yanında James de duruyordu, duracaktı tabi damatlarıydı sonuçta ve bu karısının cenazesiydi. Saçlarını taramıştı belki de ilk defa, kravatını sıkıca bağlamıştı nefes alsın istemiyordu çünkü yok olmak istiyordu toz olup havaya karışmak ama mümkün değildi bu karısının cenazesiydi ve orda olmalıydı.
Onu en son gördüğünde "Benim kızım öldü" demişti her kelimenin üstüne basa basa "öldü o. Bunu sen de kabullensen iyi olur. Eğer kabullenmeyeceksen buraya tekrar gelme" kapının önünde dururken duyduğu son sözler kafasının içinde yankılanmaya devam ediyordu. Öldü. Öldü. Öldü. Sesleri kafasından uzaklaştırmak için kafasını iki yana salladı ve büyük bir cesaret gösterip kapıyı çaldı. Beklediği olmuştu Bayan Hudson ona kapıyı gülerek açmıştı hatta onu karşısında görür görmez boynuna atlamıştı. "James! Aman Tanrım seni dünya gözüyle tekrar görmek ne güzel"
Bir an daha Çarşamba günü lattenizi ben getirdim diyecek oldu ama sustu çünkü birilerinin bunu bilmemesi gerekiyordu. " Sizi tekrar görmekte çok güzel Bayan Hudson" dedi James gülümseyerek, kadın buna biraz bozulmuştu ama onlara böyle davranılmasını hak ettiklerini biliyordu.
"Gelsene" James lafını ikiletmedi ve içeri girdi. Dejavu yaşıyormuş gibi hissetti bu eve ilk geldiğinde ne hissettiyse tekrar aynı şeyleri hissediyordu. Hepsi yine her zamanki yerlerindeydi, Ben dolaptan bir şeyler aşırmak üzereydi, eniştesini görünce şok geçirmişti. Daniel ve Taylor babalarının yanında maç izliyordu o da eniştelerini görünce kafalarını kaldırdılar. Edwin ve eşi de ordaydı çocukları büyümüş diye geçirdi içinden James. Aradığı adam ise hiç oralı olmadan koltuğa oturmuş birasını içerken bir yandan da maça bakıyormuş gibi yapıyordu. Evdeki herkes sanki oluşabilecek gerginliğini önlemek ister gibiydi.
"Çocuklar misafirimiz var, aç mısın?" dedi Erin oğlu gibi gördüğü James'ın sırtını sıvarlarken, James cevap verecek oldu ama onun yerine başkası konuştu.
"Ne diye geldin?" hala bakmıyordu.
"Ziyarete geldim" klasik Han Solo dedi kafasının içinden çok tanıdık ses kısa cevaplar ver uzatma biliyorsun onun huyu bu
"Sanki her hafta çarşambaları karımla görüşmüyorsunuz" dedi adam. "Bilmediğimi mi sandın?" dedi ağzı açılmış karısına bakmadan. James gülümsedi ve dudağını ısırdı ağzına gelenleri susmak ister gibiydi.
"Onu değil seni ziyarete geldim" dedi yamuk bir gülümsemeyle. Adam işte o zaman yıllar sonra tekrar onun yüzüne baktı. Biliyordu en son aralarında bu diyalog geçtiğinde genç olan yaşlı olana kızıyla ilgili şeyler söylemişti tekrar kızıyla ilgili konuşacaktı demekti.
Andrew Hudson yetmişlerine merdiven dayamış eski savaş pilotu emeklisiydi. Harrison Ford'a çok benzediği ve pilot olduğu için lakabı Han Solo'ydu. Gazi olduktan sonra ailesinin yanına Monterey'e dönmüştü ve plakçı işletmeye başlamıştı.
"Defol git evimden" diye fırladı adam yerinden yüzü öfkeden kıpkırmızıydı kendi oğulları bile bir adım gerilemişken James yerinden kıpırdamadı ve o yamuk gülümsemesiyle adama bakmaya devam etti.
"Gideceğim ama önce sen beni dinleyeceksin" James o gün ilk defa artık ondan korkmadığını hissetti. "Avukatı buldum" adamın gözleri iyice açıldı, yüzü daha da kızardı. "Onun arıyor"
"O öldü!" diye daha da çok bağırdı Han Solo. Edwin'in oğlu ağlamaya başladı eşi onu kucağına alıp sakinleştirmeye çalıştı, Erin'nin ağzından hafif bir nida duyuldu.
"Hayır ölmedi!" aynı şekilde James'da ona karşılık verdi. Bütün ev şok içindeydi, Taylor aralarına girmeye niyetlendi ama babası izin vermedi. "Sen kabullenmiş olabilirsin ama ben kabullenmedim. Diğerleri de onun ailesi ve bilmeye hakları var. O yaşıyor"
Erin'nin ağzından hafif bir çığlık duyuldu, Edwin'in eşi şaşkınla elini ağzına götürdü, Ben mutfakta tabağı düşürüp kırdı. "Ne?" dedi Daniel çünkü duyduklarına inanamıyordu.
"Telefonu en son kaza yerinde değil, Colorado'da sinyal vermiş. Senin o dönemki lanet polis şefi arkadaşın sana yalan söylemiş" Han Solo kalktığı yere tutunarak zar zor oturdu.
"Peki şimdi nerde? Hala Colorodo'da mı?" diye sordu Daniel sesinde sanki umut vardı, James çaresiz başını salladı.
"Sam'de aradığında sonuç neyse hala aynı ülkede değil sadece en son orda sinyal var sonrası yok. Yurtdışında olduğunu düşünüyoruz"
"Yani sen diyorsun ki, kızım ailesini ve seni terk edip dört tane kırık kaburgayla yurtdışına mı kaçtı? Bu saçmalık"
"Evinden ilk kaçışı değil bunu sen de biliyorsun" dedi James, ona karşı tavrını ve ses tonunu değiştirmemişti.
"Bu sefer benden kaçmadığı kesin" diye karşılık verdi Solo.
"Yeter!" diye bağırdı karısı "Konu kızımız, kızımızın bir parça izini bulmamız söz konusu, ikinizde kesin şunu ego çatışmalarınızı sonraya saklarsınız. Başka, başka ne dedi?"
"Eğer izin verirseniz evi de aramak istiyor, Ellie'nin odasını falan belki bir ize rastlamak umuduyla" dedi James, Erin'nin haklı sözleri karşısında boynu bükülmüştü.
"Tabiki, tabiî ki istediği her yere bakabilir. Değil mi Andy?" kadının gözlerinde aylar sonra belki de yıllar sonra bir parıltı vardı. Umut ışığı. O ışıkla kocasına bakıyordu ve bir cevap arıyordu. Kocası ise hala duyduklarının etkisindeydi, eve gelen misafirin varlığından rahatsızdı, getirdiği haberden rahatsızdı. Çünkü haber yaşam doluydu, umut doluydu ve eğer haber yalansa üstündeki yas ağırlaşırdı ve bu sefer onu gerçekten ezer pestilini çıkarırdı ve onu bir daha kimse toparlayamazdı.
"Tamam o halde, gelsin" ister istemez çıkmıştı bu kelimeler ağzından onun yerine yüreğindeki umut kırıntısı konuşmuştu ama artık çok geçti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Deux ex machina
Literatura Feminina"Şuan Quai de Jemmapes'te seninle tanıştığımız bankta oturmuş beni bekliyorsun bunu hissediyorum daha doğrusu önceden gördüm de denilebilir ama sen böyle şeylere inanmıyorsun mantıksal ve somut şeylere inanıyorsun ne yazık oysaki uzun zaman önce eli...