Okyanus. Maviliği ile boğan, maviliği ile yaşatan sonsuz derinlik. Gökle yerin buluştuğu engin sular. Dalgalarına hapsolduğum onlarla beraber parça parça kıyıya vurduğum okyanus. Aylardır rüyalarımı esir alan o yerdeyim yine ama bu sefer durum biraz daha farklı. Hava eskisi kadar aydınlık değil. Her yer gri. Su bile gri o aşık olduğum mavilik yok. Rüzgar sert, dalgalar çok ama büyük değiller. Zar zor yürürken üzerimdeki elbisenin eteklerini suya girmesinler diye toplamak zorunda kalıyorum. Etrafıma bakınıyorum. Tanıdık simayı arıyorum. Onu arıyorum. Artık bunu kendime itiraf etmemin vakti geldi. Adını seslenip seslenmeme konusunda tereddüt etsem de seslenmek zorundaydım. Çünkü kayboldum ve beni bulabilecek tek kişi o.
"James!" adını seslenip bir yandan da yürüyordum. Lütfen bul beni.
"Ellie?" dalga seslerinin arasında arkamdan gelen belli belirsiz sesi duyar duymaz arkama döndüm. Kalbim heyecandan boğazımda atıyordu sanki. Bu sefer beni duymuştu. Suya bakmıyordu artık, bana bakıyordu. Gözyaşlarım görüşümü bulanıklaştırırken, öylece ona bakarak durdum. Koşup sarılmalı mıydım?
"James." Bu sefer sessim fısıltı gibi çıkmıştı. "Beni görebiliyor musun?" şoka uğramış gibi yüzüme bakıyordu. "Buldum seni James. Hatırlıyorum."
"Neden gittin Ellie?"
"Ben. Ben gitmedim James. Ben kayboldum. Hiç. Hiçbir şey hatırlamıyorum." Artık ağlıyordum. Ağladığımı fark edince ufak adımlarla yanıma yaklaştı. Tereddüt ediyor gibiydi. Yanıma elince yavaşça elini yüzüme koyup akan yaşı sildi.
"Gerçekten sen misin?" evet anlamında başımı salladım. Dokunuşunu hissetmek için yüzümü avucunun içine bastırdım. Ait olmam gereken yerde hissettiren dokunuşlarını hissettim. buna ihtiyacım vardı.
"Burası neden bu kadar boğucu güneşli olması gerekiyordu" dedim burnumu çekerken.
"Özür dilerim benim yüzümden."Gözleri dolu doluydu. Gözlerimin içine öyle bir bakıyordu ki ruhumu görüyor gibiydi. Sanki yüzümdeki her bir çizgiyi ezberlemek istiyor gibiydi. Daha önce hiç görmediğim bana ben gibi hissettiren bakışlardı bunlar. "Her yerde deli gibi seni arıyorum. Nerdesin Ellie?"
"Bilmiyorum. Paris. Sanırım. Böyle bir yer Paris'te yok. Burası neresi bilmiyorum?"
"Burası Paris değil Ellie. Burası senin evin. Evine dön Ellie" ellerini yüzümden çekip benden yavaş yavaş uzaklaşmaya başladı. Şimdiden yokluğunu hissetmiştim. Geride bıraktığı soğukluk çok başkaydı. Sahile kar yağmaya başlamıştı sanki. Üşüyordum."Evine dön."
"Gitme. James. Dur lütfen. James! Gitme!"
Aniden gözlerimi açtım. Oda daha yeni aydınlanmaya başlamıştı.Tir tir titriyordum. Nefes alamıyordum. Solumda yatan Antonie'ye baktım hala uyuyordu. Onu uyandırmamaya dikkat ederek yerimden kalktım. Komodinin üzerindeki telefonuma uzanıp saate baktım. 06.00'dı. California'da ise tahminen akşam saatleriydi. Acaba ne yapıyordu? O da benim gibi üşüyor muydu?
Yavaş adımlarla mutfağa su içmeye giderken aklımda sadece rüyam vardı. Etrafın o griliği, karanlığı, sıkıcılığı. Onun hatası olduğu söylemişti. Ne yapmıştı ki? Evsiz kadına –medyuma- şuan çok ihtiyacım vardı.
"Hatırla deyip durdun. Hatırladım işte. Sanki bir bok oldu da" diye mırıldandım sürahiden su doldururken. Koca bir bardak suyu kafama diktikten sonra geri yatağa dönmek için odaya dönecekken gözüme komodinin üzerindeki kitabın arasındaki kağıtlarım takıldı. Ses çıkarmamaya dikkat ederek onları alıp tekrar mutfağa geçtim. Mutfak masasına oturduktan sonra dün okuduğum sayfaları tekrar okudum. Gözümden bir şey kaçmış olabilir miydi?
Aralık 2005
James, Montrey'de temelli kalabilmemiz için muhteşem bir iş fikri olduğunu söyledi. Tam istediği gibi bir işti. Rahat olacağı, sosyalleşebileceği, ailesine yakın olabileceği özellikle de bana ve benim aileme yakın olabileceği bir işti bu. Böylece babam tekrar sorun çıkarttığında bana daha yakın olabilecekti. Ona daha kolay sığınabilecektim o beni daha kolay koruyabilecekti. Birbirimizi daha çok görebilecekmiş. Birbirimizi sevmemiz için artık engel kalmayacaktı aramızda. Hep yan yana olacaktık.
Sayfayı çevirdim.
Mart 2007
Babamı affedip eve dönmem iki senemi aldı. James'inde katkısı var tabiî ki. Beni ikna etmesi için çok uğraşması gerekti. En son öne sürdüğü sürpriz iş fikrini bana açıkladı. Kafe açmak. Önce bunun için çok kavga ettik ama sonunda geçen sene bu ay Monterey'de dediği gibi okulu dondurup o kafeyi açtı. Eğer işler yolunda gitmezse Kansas'a geri dönme konusunda anlaştık. Ve böylece yaz tatillerinde Monterey'e geri dönmem için sebebim olmuş oldu. Gerçi Han Solo'nun beni kabul etmesi biraz uzun sürecek gibi ama olsun onunla barışı imzaladık.
Yazının devamını okumadan kapattım. Ellerimi başımın arasına alarak düşündüm. On sekiz yaşımdayken evden kaçıp Kansas'a James'in yanına yurda gitmiştim. Kaydımı oraya aldırmıştım. İkimiz tekrar aynı okulda okuyorduk ve yurtta kalıyorduk. Buraya kadar her şey tamamdı. Ama neden evden kaçmıştım ve ebeveynime neden Star Wars karakterinin ismiyle sesleniyordum? James neden bizi barıştırmıştı? İkna olmam neden iki seneyi almıştı? Ayrıca bu kafede neyin nesiydi? Hala açık olabilir miydi? Telefonu elime alıp arama motorundan California Monterey kafeler yazdım. Kıyı şeridinde toplam otuz tane kafe vardı. Bunlardan hangisi bizim kafemizdi ki? Telefonu masaya bırakarak başımı geri yasladım. Derin bir nefes alıp tekrar düşündüm. Günlükte yazana göre James ikimizin de ailelerimize yakın olmasını istemişti. İkimizin ait olduğu yerin orası olduğunu ısrarla söyleyip durmuştu. İkimize ait olan yerler bizim için çok ama çok önemliydi demek ki. Buna mutlaka dikkat edip seçimini ona göre yapacaktı. İkimize ait başka neresi vardı? Oturduğum yerde gözlerimi açıp doğruldum. Rüyalarımda sürekli uğradığım yer. Bana ilk açıldığı yer. Sahil. Okyanus.
Haritaya girip biraz daha suya yakın yerlere baktım. Burna doğru en az on mekan vardı. Bunlardan bir tanesi akvaryumdu. Geri kalanı ise belirli birkaç kayalığın üstüne yapılmış binalardı. Aralarından sadece bir tanesinin iskele girişi vardı ve o iskele girişi kapatılmış sağlı sollu bir şekilde genişletilip düzletilmişti. Kayaların üstündeki ufak tefek iki katlı binanın içerisi biraz dardı ama etrafındaki kayaların ve iskele yerinin olduğu kısım geniş koridorlar şeklinde küçük binayı çevreliyordu. Yükseltisi sayesinde araba yoluyla aynı hizada duruyordu. Ayrıca altı hafif boş olduğu için kayalara değmiyordu böylece su aradan akıp giderken dalgalar çarparken masaların olduğu o ahşap iskeleden bozma verandayı etkilemiyordu. Tahta kısımların etrafı parmaklıklarla çevriliydi ve her masada renkli şemsiyeler vardı. Çok hoş bir yerdi. Fotoğrafların üstüne tıklayıp konumunu ve mekanın adına baktım. Kaskatı kesilmiştim.
Tanrıya inanmayı yıllar önce bırakmıştım. Bana zorlu bir hayat yaşattığı için beni hiç sevmediğini ve terk ettiğini düşünmüştüm. Çektiğim acılar için onu suçlamıştım. Mutsuz evliliğim için onu suçlamıştım. Beni hep boğuluyormuş hissettirdiği için onu suçlamıştım ama bir amaç vermediği için yataktan çıkma sebebi sunmadığı için. Dualarıma cevap vermediği için ben de onu terk etmiştim. Herkese her yakarışında yardım eden Tanrı benim yakarışlarımı cevapsız bırakmıştı. Ben yok olurken, olaylar çözülemeyecek duruma geldiğinde bana ihtiyacım olan deux ex machinamı bana göndermemişti. Eriyip gitmemi, hayattan yavaş yavaş silinip yok olmamı o da diğerleri gibi izlemişti. Ona yalvarmamı beklemişti belki de. Yalvarsaydım, bağırıp çağırsaydım belki o zaman beni cezalandırmak yerine hayatımı güzelleştirmeyi seçebilirdi. Ama seçmemişti. Onun yerine kaybolmama izin vermişti.
Kaybolmanın iki çeşidi vardı. Birincisi dalından düşen yaprak misali oradan oraya savrulmaktı. Gerçekten ait olduğun yeri bulmak için olduğun yeri terk etmek. Yeniden yeşermek için tohumunu ait olduğun yere taşımak. Önünü görmeden sadece rüzgâra göre hareket etmek. İkincisi ruhen kaybolmaktı. Kabuklaşmış bedenini kendi dünyan için terk etmek ve geri dönememek. Boşlukta savrulmak. Rüzgar olmadan, yol olmadan, dayanağın olmadan yok olmak. Ben önce kabuklaşmış bedenimi terk ettim, tümüyle silindi her şey benim için sonra ait olduğum yeri bulmak için yaprak misali savruldum. İkisinde de yalnızdım. Fakat şimdi, cezam ödüllendirilmek üzereydi. Tek yapmam gereken rüzgara yön vermekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Deux ex machina
Literatura Feminina"Şuan Quai de Jemmapes'te seninle tanıştığımız bankta oturmuş beni bekliyorsun bunu hissediyorum daha doğrusu önceden gördüm de denilebilir ama sen böyle şeylere inanmıyorsun mantıksal ve somut şeylere inanıyorsun ne yazık oysaki uzun zaman önce eli...