Merhaba çiçeklerimm. Umarım güzel ve mutlu bir gün sizlerle olur. Bölümü beğendiyseniz yıldızınızı bırakmayı unutmayınn. ✨
🦋🦋🦋
Derin bir nefes aldım. Arabanın kapısını açıp dışarı bir adım attım. Enes bana şemsiye uzattı. Şemsiyeyi almadan yağmurların bana onun öldüğünü anımsatmasına izin verdim. Ve sırılsıklam halimle şirkete girdim.
Onun ölümü hayatımı bu kadar etkilememeliydi. Şu anda işimin başında olmalıydım mesela. Kuzey Bey'e dosyalarını ve imzalaması gereken kâğıtları vermeliydim. Bir aferin daha aldıktan sonra maaşıma zam yapar mı yapmaz mı sorularına gömülmeliydim. Ama o hayatımı değiştirmişti ve ben de öyle büyük bir iz bırakmıştı ki... Sanki sol tarafımdaki acı yere düştüğüm için değil, sol tarafımdaki bir yerde boşluk hissettiğim için vardı. Hatta sol tarafımda boşluk yoktu. Sol tarafım doluydu.
Kalbim eskiden boştu. Çünkü o yanımdaydı. Kalbimde onu taşımama gerek yoktu. Şimdiyse o yanımda yoktu. Ve kalbim taşıyamayacağım kadar ağır bir yükle doluydu.
İçimden sol tarafımdaki acıya seslendim. "Sence ben yaşıyor muyum?" dedim.
Daha büyük bir acı hissettim. Sanırım bu hayır demekti. Veya evet. Ölmüş olsam bu kadar büyük bir acı hissetmezdim.
Elimi kalbimin üzerine koydum. Bu kadar canım acımamalıydı. Annemin ölüm tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu duyduğumda bile canım bu kadar acımamıştı. Veya babamın bir daha konuşamayacağını öğrendiğimde... Ya da kız kardeşimin hepimize yalan söylediği ve sınavlardan geçmesi için hocasına yalvardığım gün bile... Anneannemi yatağında huzurla sonsuza kadar uyurken bulduğumda bile...
Resepsiyonda çalan telefonla düşüncelerimden kendime geldim. Nefes koşturarak resepsiyona geçti. O müşterilerle ilgilenmeye başladığında Enes bana uzattığı dosyayı elime tutuşturdu. "Al. Kuzey Bey'e götür çabuk. Zaten geç kaldık." dedi telaşla. Acaba Kuzey Bey oğlunun ölümüne rağmen işine devam ediyor muydu? Belki bize zam yapardı.
Aniden sol tarafımdaki acı daha da şiddetlendi. "Zam mı? Fetih Güçlü ölmüş. Sen hâlâ zam düşünüyorsun!" diye bağırdı iç sesim, ruhum.
Haklıydı...
Benim yüzümden ölen biri sayesinde şimdi vicdan azabı çekiyordum. Sol tarafımdaki acı attığım her adımda şiddetlenirken asansörün önüne geldim. Enes yukarı çıkmak için benim de asansöre binmemi bekliyordu. Asansörün yanındaki merdivenleri çevirdim bakışlarımı. Enes arkamdan bakakalmışken merdivenleri çıkmaya başladım. Merdiven çıkmaktan nefret ettiğimi neredeyse şirketteki herkes biliyordu. Islak ayakkabılarımdan dolayı basamaklardan birinde kaydım. Korkuyla duvardan destek alarak düşmemeyi başardım. Arkama baktığımda telefonla muhtemelen bir müşteriyle konuşan Nefes'in endişeli bakışlarıyla karşılaştım. Ona gülümseyip hemen önüme döndüm. Bir daha düşmemem gerekiyordu. Sanırım bu basamaklardan çok hayat merdivenini düşmeden tırmanmalıydım.
Diğer basamakları koşarak çıktım. Üçüncü kattaki Kuzey Bey'in odasına gitmeden önce Fetih'in aşağıya atlamaktan bahsettiği ve birkaç gizemli cümle kurduğu odanın önünde durdum. Odanın kapısı kapalıydı. Kapıyı tıklatıp yavaşça kapıyı araladım. Gördüklerimse onun öldüğünün başka bir kanıtıydı.
Bomboş bir oda... Ne masası var, ne masanın üzerinde duran ona verdiğim çiçekler... Ne pencereleri örten perdeler var, ne pencerenin yanında duran birkaç koltuk... Onunla geçirdiğim tüm anılar... Hepsi... Hepsi gitmişti. Ve anlaşılan onun ölüm haberi hemen yayılmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kelebekler Yaşamaya Cesaret Edemez
ChickLitO yağmurlu sabah; gökyüzünü kara bulutlar kaplamış, etrafı ölümün kokusu sarmışken aşk denilen kavramı inkar eden Efsun kendine çizdiği sınırlardan daha büyük hayalleri olmadan zorlu yaşamına devam ediyordu. Ölümün kokusunu kanlar yağmura karışmadan...