BÖLÜM 28 - Sevginin Gücü

144 52 25
                                    

Umutsuzluk içinde düştüğü karanlıkta Efsun'a ışık olmak için bu satıra yıldız bırakalım.

🦋

Yorganımın altında başımı çıkarmamakta ısrar ederken Livya beni sakinleştirmeye çalışıyordu. Artık kaçabileceğim bir ev yoktu. Yani Nefes ve Enes evlenip kendi evlerine taşındıkları için anneme yakalanma ihtimalini göze alarak buraya gelmiştim mecburen.

"Yapma Efsun. Ağlama." diye fısıldadı Livya. Hıçkırıklarımın ağzımı kapattığım elimle duyulmasını önlemeye çalışırken diğer elimdeki ize bakarak ağlamaya devam ediyordum. Kendim olmak hiç iyi gelmemişti. Saçlarım eskisi gibi kumral gözlerim yemyeşilken bile iyi değildim. Kendim gibi davranmamak beni güçlendiriyordu. Kendim olduğumda bir kez daha ne kadar güçsüz olduğumu görmüştüm.

"Her şeyin daha... Daha kolay olmasını isterdim. Gerçekler zor ve bu canımı yakıyor." dedim güçlükle. Buna inanamıyordum. Beni sevse bile arkasında bırakmasına inanamıyordum. Onu anlayabilirdim. Ama anlamak istemiyordum. O gittiğinde kalbimde kalbimi fetheden kişiyi taşıyamaya çalışırken bu yükü kaldıramayacaktım. Altından kalkamayacağıma emindim. Ben sanıldığı kadar güçlü değildim.

Gözlerimi sımsıkı kapattığımda gözlerimin önünde buz mavisi gözleri belirdi. O gözlerde hissettiklerini görebiliyordum. Bu daha çok canımı acıtıyordu.

Ama nasıl hissediyordu biliyor musunuz? Sanki benim gölgem kendisiymiş gibi. Ayağa kalkamıyor. Benden uzaklaşamıyor. Sadece benim peşimden sürükleniyor...

Belki de bu yüzden benden değil hayattan vazgeçiyordu. Beni değil, hayatın adaletsizliğini görmek istemediği için kararı buydu.

Aşkın herkesi kurtaramayacağını fark ettiği için öleceğini düşündüğünde huzurluydu.

İki gün... İki gün boyunca evden dışarı çıkmamıştım. Şu an gece olmak üzeriydi. Saat 11 sularındaydı. İsviçre'ye gittiklerini biliyordum. Fetih'i son görüşümün ateşböceklerinin arasında o bahçede olduğunu biliyordum. Onun artık öleceğine emindim. Son günümdü. Onu görme şansımın olduğu son gün. Ama annemi atlatıp İsviçre'ye kadar gidemeyeceğimi de biliyordum.

"Livya..." diye fısıldadım acımı sessimi yansıtmamak için. "Benim başından beri Efsun olduğumu biliyormuş. Tam bir salağım! Neden en başından kim olduğumu söylemedim ki? En azından onunla kendim olarak geçireceğim günlerin sayısı artardı."

"Ama..." dedi Livya beni yatıştırmak için ondan daha önce duymadığım kadar yumuşak bir sesle. "O da sana seni tanıdığını söyleyebilirdi. Anlamıyor musun? Kendini suçlama. Seni tanımamış değil, kararına saygı duyup sabırla beklemiş. Gerçekten kendin olana kadar beklemek istemiş."

Sözleri beni rahatlatmıyordu ki beni daha çok ağlatacak şeyler söylediğinin farkında bile değildi.

"Yine suç benim yani..." Livya ilk kez uzun bir süre sessiz kaldığında hıçkırıklarımı bastırmayı başarıp hâlâ odada olup olmadığını anlamaya çalıştım. Telefonumun titreşimleri duyabiliyordum. "Livya?" Telefonum mu telefonu mu çalışıyordu?

"Şey... Efsun." Livya'nın kararsız çıkan sesiyle başımı yorganın altından çıkarıp gümüş rengi gözlerindeki tuhaflığa anlam veremeden yatakta oturur pozisyona geçtim. "Telefonunu bir açıp bakmak istemiştim de. Açtım ve... Hande Hanım sana 82 mesaj atmış. 9 kere de aramış. Bence..." Yutkundu. Elindeki telefonumu bana uzatırken tereddütle konuşmaya devam etti. "Bence bakmalısın."

Korkuyla nabzımı ensemde hissederken telefonumu elinden aldım. Bakışlarımı gözlerinden telefonumdaki mesajlara çevirdiğimde tuttuğum nefesimi bıraktım. Bir an... Gerçekten de öldüğünü sanmıştım.

Kelebekler Yaşamaya Cesaret EdemezHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin