Sıkı durun. Son derece şaşırtıcı bir sonu olan bölüm sizi bekliyor!
🦋🦋🦋
Telefonum sabahın köründe çalmaya başladığında istemeyerek gözlerimi açtım. Artık mavi olan gözlerimi…
Yatakta dikleşip esneyerek kimin aradığına baktım. Bilmediğim bir numaraydı.
“Alo?” diyerek telefonu açtım.
“Efsun sensin değil mi?”
Gencecik bir kadın sesi kulaklarımı doldurduğunda adımı bilmesine şaşırarak “Siz kimsiniz?” diye sordum.
“Ben Hande. Hastanın annesiyim. Altay seni işe almam konusunda ısrar etti. Ama işe girmek için hazır bekleyen başka biri daha var. O yüzden bugün seninle işe uygun olduğundan emin olmak için görüşmek istiyorum. ” Ne yani? İşe girmek için çabalarken şansımı başkasına mı kaptıracaktım!
Telaşla “T- tabii.” dedim.
“Öğlen saat tam 12.00’de Altay’ın söyleyeceği yere gel. Geç kalma. Geç kalanlardan hoşlanmam.” diyerek telefonu suratıma kapattı.
Hızlıca Altay’la konuştuktan sonra bana tarif ettiği yere gittim. Saray gibi evin önünde duran taksiden indim. Dışarı doğru bir adım attım. Ev gerçekten de saray gibiydi. Burada bu evden başka hiçbir şey yoktu. Yolun bir tarafında bu ev diğer tarafındaysa ağaçların olduğu bahçe gibi olan ama bahçeden çok ormana benzeyen bir yer vardı. Evin bahçesiyse o kadar gösterişliydi ki… Kapıya doğru çıkan basamakların iki yanındaki tırabzanların üzerinde koyu pembe çiçeklerin olduğu bir sarmaşık sarılmıştı. Kapladığı olan boydan boya değildi. Sadece süs gibi duran hoş bir sarmaşıktı bu. Bahçeyi kaplayan rengârenk çiçekler hoşuma gitmişti. Hande Hanım’ın zevkine hayran kalmıştım doğrusu.
Basamaklardan çıkıp kapının önünde durdum. Saatin 12 olmasına bir dakika kalmıştı. Tepeden sıkı bir topuz yaptığım saçımın bozulmadığından emin olduktan sonra tam dizimin hizasında olan sarı elbisemi düzelttim. Siyah veya beyaz giymek istememiştim. Fazla iddialı gelmişti. Hiç sevmediğim bir renk olsa da sarıyı tercih etmiştim.
Derin bir nefes aldığım sırada biri kapıyı açtı.
Hande Hanım “Dakiksin.” dedi o genç kadın sesiyle. Ama en az elli yaşında olduğuna emindim. Gözlerinin kenarında kırışıklıklar olsa da fazlasıyla güzel bir kadındı.
Mavi gözleri ve çakma da olsa sarı saçları ona yakışıyordu. İncecikti ki bunun nedeninin oğlunun durumu olduğunu biliyordum ama belki de hiçbir şey yemeyen incecik kadınlardandı. Oğlunun durumunun onu etkilediğini pek sanmıyordum. Sanki her şey yolundaymış gülümsüyordu.
Boyu benimkiyle aynıydı. Saçlarını tepeden toplamıştı. Kırmızı abiye ve kırmızı topuklular giymişti. Makyajına bakılırsa fazla süslü bir hanımefendiydi.
Arkasını dönüp giderken peşinden içeri girmek konusunda kararsız kaldım ama sonra girdim. Herhalde kapıyı açık bırakmasının nedeni girmemem için değildi.
Evin içi beklediğim gibi büyüktü. Kocaman bir holden sonra yukarı kata çıkan iki taraftaki merdivenler ortada bir balkonda birleşiyordu. Yukarıda birkaç oda daha görünüyordu. Bulunduğum bu kattaysa sağda mutfak olduğunu düşündüğüm bayağı büyük bir yer vardı. Muhtemelen ilerideki kapılardan biri hastamızın odasıydı. Salonun kapısı yoktu. Hande Hanım’ı beyaz koltuklardan birine oturmuş beni beklerken gördüğümde hızla salona girdim. Salonun bir duvarı camdı. Arka bahçeye buradan geçtikleri anlaşılıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kelebekler Yaşamaya Cesaret Edemez
ChickLitO yağmurlu sabah; gökyüzünü kara bulutlar kaplamış, etrafı ölümün kokusu sarmışken aşk denilen kavramı inkar eden Efsun kendine çizdiği sınırlardan daha büyük hayalleri olmadan zorlu yaşamına devam ediyordu. Ölümün kokusunu kanlar yağmura karışmadan...