²when the day that never comes eventually arrives

213 20 3
                                    


Uzun eteği bacaklarına her çarptığında kendini ileriye doğru iten Viserra, koridorlardaki değişiklikleri görmezden gelmeye çalışıyordu. Yemek salonuna giden kısa yolda, geldiğinden beridir henüz farkına varmadığı yeniliklerin neredeyse tamamı Alicent'in elinden çıkmış olsa gerekti, çünkü etraf yeşillerle bezenmişti.

Çocukken oyunlar oynayıp saklandığı köşeler, Aemond ve Helaena ile koşuşturduğu koridorlar artık Targaryen hükmünden ziyade Hightower damgasını taşıyor gibiydi. Viserra yeşil perdelerin sakladığı devasa camlardan birinin önünden geçerken dudakları arasından hüzünlü bir soluğun çıkmasına engel olamadı. Kalenin her yerinde eski hayatından parçalar görmek ve bu parçaların çoğunun artık eskisi gibi olmadığını fark etmek, kabul etmek istemese de canını yakıyordu. Yıllar önce kahkahalarının yankılandığı koridorlarda şimdi düz bir surat ve tetikte adımlarla yürümek ona ağır gelmişti.

Bir an kendisini en az anne babası kadar yetişkin hissetti. Rhaenyra ve Daemon'un bu kalede, bu şehirde Viserra'nınkilerden çok anısı vardı. Ama Viserra bir şekilde anne babasının bu duvarları onun kadar özlememiş olduğuna kanaat getirdi. Ne de olsa prens ve prenses dönemlerinin getirilerinden ötürü erken büyümek ve ani sorumluluklar almak zorunda kalmışlardı. İkisinin de Kings Landing'den kaçmakta haklı olmasının sebeplerinden biri de buydu. Ancak Viserra için böyle olmamıştı. Çocukluğunu, hayatının belki de en neşeli günlerini Red Keep'te geçirip gerçek dostlar elde ettiğini sanan prenses için burada olmak çok daha zordu.

Dört gündür baktığı her yerde Aemond'la oturup kitaplar okuyan, Helaena'la sohbetler eden ve bazen de Aegon'u kızdırmak için prens ve prensesle ortak olan küçük Viserra'yı görüyordu. Hayatının kalanından, burada geçirdiği yılların çok azı kadar bile keyif alamayacağından korkmaya başlamıştı. Sona eren dostluklarının artık canını acıtmadığına dair kendini ne kadar ikna etmeye çalışırsa çalışsın Viserra içinde bir yerlerde, en azından Helaena'nın ağabeyleri gibi ona karşı bir nefretle yüklenmemiş olmasını umuyordu. Günlerdir onunla tek kelime konuşacak ortamı elde edememişti.

Az sonra prenses keskin bir dönüşle ikiye ayrılan koridorun sol tarafından ilerledi. Zırhından gelen sesler, Sör Meryn'in sessizliğini örtbas ediyor olsa da, etrafta çıt çıkmıyordu. Karşıdan görünen yemek salonundan bile ses gelmiyor olması Viserra'nın şüphelerini doğruladı. Herkes toplanmış olmalıydı, onu bekliyorlardı.

Sör Meryn kapının önündeki şövalyelere katılırken prensese geçmesi için bir yol açtı. Yanına geçtiği şövalyeler ellerindeki kılıçları ve sert bakışlarıyla, herhangi bir soruna müdahale edebilecek donanımdaydılar. Yine de Viserra yemek salonuna girerken bu adamlardan ziyade babası yanında olacağı için rahattı.

Yemek salonu alışılmış düzenin aksine çoğunlukla koyu yeşil perde ve örtülerle doluydu. Altın parıltılar ve bazı yerlerdeki kırmızı ayrıntılar da Viserra'nın ailesini gücendirmemek için eklenmişe benziyordu. Prenses göz devirmemek için ciddi bir çaba harcamak zorunda kaldı çünkü attığı her adımla büyükbabası Kral Viserys ve ailenin kalanının oturduğu masaya yaklaşıyordu.

Viserys'in kendi renklerine aykırı bir hal içinde giyinmiş ve kaykılmış bir şekilde oturmuş olması prensesin yüreğini burksa da, bu konuda herhangi bir duygu gösterisinden kaçındı. Büyükbabası onu gördüğünde yüzüne yerleşen gülüş, tek gözünün kısılmasıyla anlam kazanırken Viserra'nın tek yapabildiği krala hafifçe gülümsemek olmuştu. Viserys omuzlarına artık neredeyse kel kalmış kafasından dökülen tutam tutam saçlarıyla ve çökmüş yüzüyle ne kadar ürkütücü görünüyor olursa olsun, Viserra hissettiklerini belli etmemek için elinden geleni yapıyordu.

Kral yüzünün büyük ihtimalle çürümüş olan tarafını saklamak için taktığı altın maskesiyle yeteri kadar yüce görünmese de, olabildiğince yüksek bir sesle torununu karşıladı. "Viserra gel, katıl bize."

song of the goldfinch' viserra targaryenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin