"Gelmeyen kaldı mı çocuklar?" diyen sesin sahibi Burak hocaydı.
Zehra hocanın sorusunu yanıtladı. "Herkes burada hocam." Hoca kafasını sallayarak teşekkür etti.
Ve evet, bu bir kamp yolculuğuydu. Şuanda da okul servisinin içerisindeydik. Velilerimiz ise bizim önümüzde ki servisteydiler.
Herkes ilk defa böyle bir şey deneyimleyecekmiş gibi heyecanlıydı. Bizim serviste Burak hoca ve Yosun hoca vardı. İkisi de en sevdiğim hocalardandı. Eşyalarımızı hazırlayışımız ve buraya gelmemiz hızlı denebilecek kadar anlık, yavaş denebilecek kadarda ağır ağır gerçekleşmişti. Alaz bizim okul da olmadığı için annemin olduğu servisteydi. Bu aralar annemle beraber benim okuluma gelmesi için ikna ediyorduk ama gene edebiyat yapıyordu. Neymiş efendim, bizim okulu araştırması lazımmış. Başarı ödülleri var mı incelemesi lazımmış. Her zamanki gibi saçmalamadan duramayacaktı, bir şey de bir kusur arayacaktı. Sahiden bu ne zaman adam olacaktı?
Kendi kendime Alaz hakkındaki homurdanmamı bölen kişiye baktığımda üç yüz atmış derece sırıtan Efe vardı. Koluma yapışmış bırakmıyordu.
"Kolumu niye tutuyorsun Efe?"
"Kendini yalnız hissetme diye." derken oldukça gergindi fakat belli etmemeye çalışıyordu.
"Kendimi zaten yalnız hissetmiyorum. Bunu da nereden çıkardın?"
"Ne bileyim dalmıştın baya uzaklara ondan dedim."
"Bu dediğine sen inandın mı?" dediğimde yüz hatları iyice gerildi.
"Midem bulanıyor çünkü!" kendini daha fazla tutamamış olmalı ki birden yükselmişti.
"Ve sende bahane arıyor-. Ne! Miden mi bulanıyor. Niye bindin oğlum ozaman arabaya" sesim ben istemeden yüksek çıktığından tüm gözler bizim üzerimizdeydi. Yosun hoca bize doğru ilerlerken Efeye yaklaşarak konuşmaya başladı. "Efecim üzgünüm ama arabayı durduramayız." bu noktada durup elindeki birkaç tane ilacı Efe'ye uzattı. "Bu seni kesmez ama idare et, yarım saatlik bir yolumuz kaldı canım." Efe hocaya teşekkür ederek ilaçları içti. Dediği gibi Efeyi tam kesmemişti ama idare edebilirdi.
Önümüzdeki koltukta Eylül ve Evin vardı. Arkamdaki koltukta ise Yiğit ve Kerem. Kafamı cama koyduğumda bizimkilerin Efenin nasıl olup olmadığını sorduklarını gördüm. Çokta oralı olmadım ve anın tadını çıkarmaya odaklandım. Mavi kulaklığımı takarak her zamanki gibi müzik listem çalmaya başladı.
Ben hangi kâbustan çıkacağım?
Ruhum hala sessiz, yorgun, kırgın
Ben sadece sonunu bekliyorken beni alıp göğe çıkardın
Herkes öyle uzakken artık en yakınımda sen
Hiçbi' hiç korkmazken
Şimdi senden ayrılmaktan deli gibi korkan ben
Deli gibi korkan ben
Şarkılar yazıyor ama yetmiyo' be sana
Kayboldum ben, ay ışığım ol lütfen
Sarıl bana, ihtiyacı olan var buna...Şarkı devam ederken ruhumu da uyuşturuyordu sanki. Kendimi tamamen şarkının kollarına teslim etmişken sanki yaşıyordum. Fark etmiyordum ama ben yaşıyordum. Yaşamamayı dileyen bir insanın yaşadığını fark etmesi değişik oluyordu. Çok değişik. Mutluydum çünkü olmalıydım. Sanıyordum ki ben mutlu olursam herkes olur. Yalandı, yalandı çünkü gerçek olsaydı annem geceleri ağlamazdı değil mi? Alazın suratı asık olmazdı. Herkes gün doğduğunda maskelerini takıyorlardı, sanıyorlardı ki maske altından hiç bir şey gözükmez. Ama gözükürdü. Her ne kadar siyah bir maske takmış olsanız bile gözükürdü... Mutlu değilken mutluymuş gibi yapmak gibi gözükür, anlaşılırdı... Devam etmemiz lazımdı, öyle yada böyle. Hayat akıp gidiyordu bizi beklemeden. Hayata geç kalmayacaktık, peşinden koşmayacaktık. Tam yerinde olacaktık. Kural basitti, geride kalanlara acımayacak, yetişenleri ise götürecekti...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mavi Kulaklık
Teen FictionSevgi her şeyi iyileştirir miydi? En önemlisi her şeyi unuturur muydu? Tüm sırlar gerçekleriyle karşımdaydı, bir seçim yapmam gerekiyordu ama ben ölmek istiyordum. Dedim ya benim adım Nehar'dı anlamı gündüz olan, ama benim taşıdığım geceydi anlamı d...