Bazen yaşanan anlamsızlıkları anlamaya çabalamak gereksiz...
Bu gün burada bulunmam bile anlamsızlığın kendisiyken, hiç tanımadığım birinin üzerime yürümesine ramak kalmasını mı kafama takacağım. Hayır! O çocuğun beni biriyle karıştırdığından eminim, yoksa kafasındaki civataların iyice oynamış olması gerekir böyle davranması için, bu nedenle yarım dakika içinde yaşanan bu saçma gelişmeyi unutup Zerrin Hanım'ın çağrısı üzerine Atıfoğlu ile görüşmek üzere Edin'i de ayaklandırdım.
"Hadi Edin, Zerrin Hanım odaya geçebileceğimizi işaret ediyor."
Odanın kapısını çalmadan önce Edin'e sessizce fısıldadım, bir ses yukarıdan konuşsam Zerrin Hanım ne dediğimi duyabilecek kadar yakınımızdaydı.
"Ne konuşursa konuşsun bu hiçbir şeyi değiştirmeyecek değil mi?"
Gülümseyerek onayladığında, kapıyı çoktan çalmıştı bile...
İçeriden gelen ses netti: "Evet"
Tahminlerimde her zaman yanılsam da bu defa içimdeki ses çetin cevize çattığımı beynime çivi çakar gibi çakıyordu. Olasılıkların tümünden vardığım sonuç Atıfoğlu'nun burada ne işim olduğundan başlayarak konuya girmesi üzerineydi. Deneyimlemenin zamanı gelmişti, korkunun ecele faydasının olmadığını kanıtlar nitelikteki görüşmeyi yapmak için odaya en sert surat ifademle giriverdim daha doğrusu sert görünen gergin bir ifadeyle.
İlginç bir odası vardı, koyu yeşile boyanmış ve inanılmaz loş ışıklandırılmıştı. Geniş odada gözüme ilk çarpan üzerinde sayısız çalışma kağıdının bulunduğu ceviz masaydı. Masası olağanüstüydü, hem eskiydi hem bugün yapımı bitmişcesine yepyeni. Duvarlarda ahşap at figürleri, duvara monte edilmiş raflarda çeşitli ödüller ve yine at bibloları. Masasına bitiştirilmiş küçük masada duran eski bir daktilo ve sayısız fotoğrafların olduğu çerçeveler.
Aslında bu oda konuşuyordu.
"Çok yaşadım çok gördüm evladım" cümlesiyle başlayan, yaşlı insanların bitmek bilmeyen maceralarının ve nasihatlarının olduğu düşsel dünyası gibi.
Bir şarkının içinde kendimi kaptırmış gibiydim bu odanın atmosferine, belki birkaç saat kalmama müsaade etseler, üzerime sinen dinginlikle içimden bir yazar ya da hiç değilse bir şair çıkabilirdi. Biri bana çalışma yeri olarak bir yer dekore etme fırsatı verse kelimenin tam manasıyla burayı çiziverirdim.
Bu odanın ilk dakikalarda üzerimde olumlu bir tesir bırakmasıyla Atıfoğlu'nun uzattığı eli içtenlikle sıkıverdim.
Az önce bana diklenen gence yükselen sesin yanı sıra hoş bir tınıyla hayatımın içine ilk kez girerken sarf edeceği cümleyi beklenmedik bir kurguyla yöneltti:
"Odaya girince ne hissettin Nefes?"
"Hoşgeldin" ve yahut "merhaba" gibi basit bir selamlama ile karşılamasını beklerken odaya duyduğum beğeniyi gördüğü ifade eden bir soru kalıbıyla herkesten farklı bir mesleği olduğunu ilk dakikada vurguladı.
İlk kez oynayacağım bir oyunun cezbedici tarafındaydım şimdi...
Kelimeler özenle seçilme ve içten olmalıydı çünkü karşımdaki bu adamdan Yasemin'in dışında da çok şey öğrenebileceğimi karşılaştığımız an anladım. Belki de kader harika bir arkadaşın yanı sıra arayıp da bulamayacağım cinsten yol gösteren birini karşıma çıkarmıştı.
"Bu oda kendinle kalmak için girip kendinden uzaklaştığını fark etmeyeceğin kadar dingin, sanırım bu kadar yumuşak bir yüzü olması derinlere dalmaya teşvik ediyordur, kendimi tanıdık bir yerdeymişim gibi hissettim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nefes
ParanormalKaçarken nasıl göründüğünü bilebilir, kafanda çizebilir misin? Nefes nefese kaçıyorum başımı soktuğum dört duvardan, geçmişinden ve belli ki özümden... Toprağa düşemez miydim bir tohum gibi bir başıma. Köklere ihtiyacımı soran, sorgulayan yoktu ama...